|
|
| Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) Salı Ekim 29, 2013 11:22 am | |
| Kınalızâde Ali Çelebi, Hicri 916/1511 senesinde Isparta'da doğar. Babası Emrullah Efendi kadılık mesleğini icra eder. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed'e de şehzadeliği döneminde hocalık yapmıştır.
Ali Çelebi ilk tahsilini doğduğu yer olan İsparta'da yaptıktan sonra İstanbul'a gelir. Burada akrabalarından Kadir Efendi'nin nezaretinde tahsilini ikmale çalışır. Bu doğrultuda Mahmud Paşa, Davud Paşa ve eski Ali Paşa medreselerini bitirdikten sonra Fatih'teki üniversiteye girer. Burada dönemin tanınmış müderrislerinden Kara Salih Efendi, daha sonra da Kamil Çivizâde'nin derslerine devam eder ve 945'te onun yardımcılığını üstlenir.
Sıra Ali Çelebi'nin müderris olmasına gelince, Ebus Suud Efendi'den ses soluk çıkmaz. Çünkü tayin etme ve görevlendirme onun uhdesindedir. Ne ki, Ebus Suud Efendi, bütün kemalet ve faziletine rağmen kendisine rakip addettiği (saydığı) Çivi Zâde'nin yardımcısına müderrislik görevi vermek istemez. Bu durum Ali Çelebi'yi fazlasıyla üzer.
Görev beklemekten bıkan ve sabrı tükenen Ali Çelebi, sonunda teklif etmiş olduğu bazı eserleri alıp doğruca Ebus Suud Efendi Kınalızâde'ye niçin geldiğini sorar. Kınalızâde'de biraz kızgınlıkla şu şekilde karşılık verir:
Memuriyet ve müderrislik olanlar devlet ricalinin kapılarını dolaşarak maksadlarına nail oluyorlar. Biz istediğimiz müderrisliği bu eserlerle almak istiyorduk. Şayet başka kapıları müracaat lazımsa bilelim ve ona göre hareket edelim.
Ebus Suud Efendi, genç müderris adayının kendisine takdim ettiği eserleri okur, inceler, daha sonra da onu derhal Edirne'de ki Hüsameddin Medresesine tayin eder.
Diğer taraftan Kınalızâde Ali Çelebi'nin verdiği sert karşılığa, alicenap ve kadirşinas Ebus Suud Efendi kızmamış ve darılmamış, hatta onun cevabını yanındakilere şöyle örnek göstermiştir:
İşte insan olan böyle fiilen ehliyet ve liyakatini ispat etmek suretiyle hakkını ister. Emeline nail olabilmek için şunun bunun şefaat ve delaletine müracaat etmek insanlık değildir.
Edirne Hüsameddin Medresesi'nde göreve başlayanKınalızâde, bundan sonra sırayla Bursa Hamza Bey (953), Bursa Veliyuddinoğlu Ahmed Paşa (955), Kütahya Rüstem Paşa Medresesi (957), Rüstem Paşa'nın İstanbul'da kendi adına yaptırdığı medrese de (958) ve Haseki Medresesinde müderrislik görevlerini deruhte etmiştir. Fakat ona şöhretini kazandıran Sahn-ı Seman (960) ve Süleymaniye Medresesi müderrislikleri olmuştur. Özellikle Süleymaniye'de beş yıllık görevi sırasıda Ali Çelebi rütbe bakımından "eyalet kadılığı" payesini kazanmıştır.
Kınalızâde Ali Çelebi, 54 yaşında iken Şam Kadılığına tayin edilmiş ve bundan sonra yine sırayla Mısır, Bursa, Edirne ve İstanbul kadılıkları görevini üstlenmiş ve dokuz yıllık bir görevden sonra Anadolu Kazaskerliğine tayin edilmiştir. Bu görevi vefat ettiği tarih olan 1584 senesine kadar sürdürmüş ve Edirne'de "nikris" illetinden darı bekaya göçmüştür.
Çok başarılı bir müderris, başarılı bir devlet adamı olmanın yanısıra Kınalızâde Ali Efendi aynı zamanda da üç dilde şiir yazabilecek kudrette bir şairdi. Fıkıh ve Tefsir alanında otorite olan Kınalızâde, Matematik ve Felsefe alanında da dönemin en önemli simalarından biriydi. Nitekim o "Tecrid", "Mevakıf" ve "Keşşaf" gibi ünlü eserlere "haşiyeler" de yazan bir ilim ehlidir.
Bir başka ilginç nokta ise, ona neden Kınalızâde mahlasının verildiğiyle ilgilidir. Rivayete göre Ali Çelebi'nin babası Abdülkadir Hamidi Efendi kına kullanmaya çok meraklıydı. Onun bu alışkanlığı daha sonra ailenin bu isimle anılmasına sebep olmuştu.
Eserleri:
Hiç kuşku yok ki Kınalızâde'nin en meşhur eseri "Ahlâk-ı Alâî" başlığını taşıyan eseridir. Bu eseri 1564'de Şam'da görev yaptığı sırada Suriye Beylerbeyi olan Ali Paşa adına yazmıştır.Bundan dolayı eserin adı, 'Ahlâk-ı Alâî" olarak konulmuştur. Dahası Mehmed Ali Ayni'nin ifadesiyle, aradan dört yüz küsur seneden fazla bir zaman geçmesine rağmen Kınalızâde'nin bu kitabının derecesinde kuvvetli bir ahlak kitabı yazılmamıştır.
Kınâlızade bu eserin dışında pek çok eser daha kaleme almıştır. Onun başlıca eserlerini şöylece sıralamak mümkündür: 1) Ahlâk-ı Alâî, 2) Tecride, Mevakıfa ve Hasan Çelebi'ye Haşiyeler, 3) Camiye, Dürer ve Gurere Haşiyeleri, 4) İs'af, Evkaf ilmine Dairdir, 5) Kalemiye Seyfiye risaleleri, 6) Münşeatı, 7) Bedreddin Guzzi ile Tefsirden Mubahasesi, 8)Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler, 9) Ulemadan Şah Efendi ile Vakfa aid Mubahasesi, 10) Tabakatı Hanefiye, 11) Beyzaviye Haşiye, 12) Keşşafa Haşiye (*) ___________________
(*) Kınalızâde'nin hayatı ve eserleri için bkz. Mehmet Ali Aynî, Türk Ahlakçıları, Marifet Basımevi, İstanbul 1939, ss. 77.104; Hüseyin Akyüz, Türk Eğitimcileri, MEBY., İstanbul 2001, 55. 222-270
-------------------
Toplumun suyu ulemadır - M.Özel Tarih: 1.12.2002
Kınalızâde Ali Efendi, "Toplum yapısının ana unsurları da tıpkı insan bedeninin ana unsurları gibidir" der. Birinci unsur sudur. Toplumun suyu ulemadır. Toplumun ateş unsuru, savaşçı (muharip) sınıftır. Toplumun havası, tüccar sınıftır. Tarımla uğraşanlar ise, toplumun toprağını teşkil eder.
Toplumun suyu ulemadır Kınalızâde Ali Efendi, "Toplum yapısının ana unsurları da tıpkı insan bedeninin ana unsurları gibidir" der. Birinci unsur sudur. Toplumun suyu ulemadır. Toplumun ateş unsuru, savaşçı (muharip) sınıftır. Toplumun havası, tüccar sınıftır. Tarımla uğraşanlar ise, toplumun toprağını teşkil eder.
Anasır-ı erbaa, eskimez bir tasnif. Hayat dört şeyle kaimdir: Su, ateş, hava ve toprak. Kınalızâde Ali Efendi, "Toplum yapısının ana unsurları da tıpkı insan bedeninin ana unsurları gibidir" der.
Birinci unsur sudur. Toplumun suyu ulemadır. En geniş anlamda, topluma bilgisiyle hizmet edenler: Alim ve fakihler, yazarlar, iktisatçılar, hekimler, şairler, müneccim ve mühendisler. Nasıl her canlı sudan yaratılmışsa, toplum denen canlı da bunlardan hayat bulmaktadır.
Toplumun ateş unsuru, savaşçı (muharip) sınıftır. Bunlar ülkenin iç ve dış güvenliğini sağlar. Muharip sınıfın görevini hakkıyla yerine getirmemesi veya üstüne vazife olmayan işlere girişmesi, toplumun huzur ve sükûnunu alt üst eder.
Toplumun havası, tüccar sınıftır. Hayatın intizamını temin için tüccar, zaruri malları uzak diyarlardan getirip halkın istifadesine sunar.
Tarımla uğraşanlar ise, toplumun toprağını teşkil eder. Bunlar halkın yiyeceğini, her türlü sebze ve meyve ihtiyacını temin ederler. Bunların çalışması diğer sınıfların çalışmalarından daha ehemmiyetlidir. (Bkz. Devlet ve Aile Ahlakı, İstanbul: Tercüman 1001 Eser, ts, s. 217 vd.)
Kınalızade, temel meselenin bu unsurlar arasındaki dengenin sürdürülmesi olduğunu söyler. "Bedenimizdeki uzuvlardan birinin diğerlerine üstün gelmesi ve tecavüzü hastalığa sebep olduğu gibi, bu sınıflardan birinin diğerine karışması da kurulmuş olan nizamın bozulmasına sebep olur. Mesela herkes tarımla uğraşırsa askerî güç azalır. Askerler iş hayatına karışırlarsa yine bozuk düzen meydana gelir. Hikâye olunduğuna göre, Kisra Hürmüz'ün bazı vezirleri başka beldelerden çok kıymetli taçlar ve cevherler geldiğini, şayet hükümdar adına bunlar satın alınırsa çok kazanç elde edilebileceğini arz ettiler. Hükümdar şu cevabı verdi: Cenab-ı Hak bize saltanat nasip etti. Halkımıza da ticaretle uğraşmak ve bu yoldan rızık temin etmek nimetini verdi. Eğer biz ticaretle meşgul olursak, hükümdarlığı ve devlet idaresini kim yerine getirir? Ticaretle meşgul olanlar nasıl geçinirler?"
Rivayet edilir ki, Tokugawa Japonya'sının ilk hükümdarı (şogun) Ieyasu, son savaşını kazanıp başa geçtikten sonra, bir daha at binmemiş! "Savaş at sırtında kazanılır, fakat ülke at sırtında yönetilemez" diyesiymiş. Kemal Tahir de Kurt Kanunu'nda silah hevesinden bir türlü kurtulamayan İttihatçılar'ı yerden yere vurur: "Vazgeçmediniz gitti şu tabanca oyunlarından. Muhalefette düşürmediniz elinizden. İktidarda hiç bırakmadınız. Anlatamadım size tabancayla devlet idare edilemeyeceğini. Tabancalık iş değil bu bizim içine düştüğümüz bela, tüfektüfekle topla bile üstesinden gelinecek iş değil."
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) Salı Ekim 29, 2013 11:54 am | |
| Anadoluda huzurun bozulduğu yıllar... 1402de Ankara Savaşı kaybedilmiş ve Yıldırım Bayezid de esir edilmişti... Şehzade Süleyman Çelebi ise çekilmeyi başararak İstanbula ulaşmış ve Timur Hanın ordusuna tutsak düşmekten kurtulmuştu... Anadoluda üstünlüğü ele geçiren Timur Hana bağlılığını bildirdi. Ancak, 3 Haziran 1403te, Venedikliler ve Cenevizlilerle, Timur Hanın Rumeliye geçirilmemesi karşılığında ticari ayrıcalıklar tanıyan bir antlaşma yaptı. Ardından Edirnede hükümdarlığını ilan etti...
Her mücadeleyi kaybetti! Kardeşleri İsa Çelebi ve Mehmed Çelebi arasında Anadoluda çıkan egemenlik savaşına katıldı. İsa Çelebinin, Ulubas Savaşında yenilerek İstanbula kaçması üzerine onu Bizans İmparatorundan geri aldı ve 1404te yeni bir ordu ile Anadoluya gönderdi. Mehmed Çelebi ile yaptığı tüm savaşları kaybeden İsa Çelebinin öldürülmesi üzerine, 1405te Anadoluya geçen Süleyman Çelebi, Bursayı aldı. Ardından Ankarayı da ele geçirerek Çelebi Mehmedi Amasyaya çekilmek zorunda bıraktı.
Edirne üzerine yürüdü Karamanoğullarının elindeki Sivrihisarı kuşatan Süleyman Çelebiye karşı, Karamanoğlu Mehmed Beyle anlaşan Çelebi Mehmed, Süleyman Çelebiyi Anadoludan uzaklaştırmak için 1409da kardeşi Musa Çelebiyi Rumeliye gönderdi. Musa Çelebinin kısa zamanda güçlenmesi üzerine, Anadoluda da Aydınoğulları ve Germiyanoğullarını karşısına almış olan Süleyman Çelebi, Rumeliye geçmek zorunda kaldı. Musa Çelebiyi Çatalca yöresinde yenerek Edirneye döndü. Musa Çelebi toparladığı yeni kuvvetlerle Sofya yakınında yaptığı yeni savaşı kazanarak, Edirne üzerine yürüdü. Süleyman Çelebinin gerekli tedbirleri almaması ve yanlış davranışları nedeniyle, çevresindeki akıncı beylerinden bir bölümü Musa Çelebiye katıldı. Tehli***i fark ederek İstanbul yönünde kaçmaya başlayan Süleyman Çelebi, 1410da uğradığı Kırklareli yakınındaki Düğüncü köyünde yakalanarak öldürüldü...
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) Salı Ekim 29, 2013 4:20 pm | |
| Osmanlı'nın ilk Kazaskeri Çandarlı Kara Halil Paşa Çandarlı Kara Halil Paşa, Eskişehir'in Sivrihisar kazasına bağlı Cendere köyünde doğmuştur. Asıl adı Halil olup, "Kara" ve "Karaca" lakabıyla, Vezirliği sırasında da "Hayreddin" unvanı ile anılmıştır... Osman Gazi'nin son yıllarında Orhan Bey'in, babasına vekalet ettiği tarihlerde Şeyh Edebali'nin tavsiyesiyle Bilecik Kadısı yapılan Kara Halil Efendinin, bu görevi sırasında gerçekleştirdiği en önemli hizmet, muntazam bir askeri ocak olan "yaya" teşkilatını düzenlemiş olmasıdır...
Bursa Kadısı oldu... Çandarlı Kara Halil Paşa, İznik'in fethinden sonra da Orhan Gazi tarafından İznik Kadısı tayin edildi. 1348'de devletin yeni merkezi Bursa'ya kadı oldu. Sultan Murad Hüdavendigar'ın tahta çıkmasından sonra, kendisine en yüksek şer'i ve hukuki bir makam olarak yeni ihdas edilen, "Kazaskerlik" görevi verildi. Bundan sonra Kazaskerlerin Padişahla birlikte seferlere katılması kanun haline geldi... Acemi Ocağı ile Yeniçeri Ocağı'nın kurulması da Kara Halil Efendi'nin bu hizmet döneminde gerçekleşti. Ayrıca Karamanlı Molla Rüstem ile birlikte Osmanlı maliyesinin teşkilatlanmasında önemli rol oynadı. İlk defa Vezirlikle birlikte Beylerbeyi, yani "Ordu Kumandanlığı" görevini bir arada yürüttü.
Teşkilatçı devlet adamı Halil Hayreddin Paşa, daha sonra Selanik, Manastır ve Ohri şehirlerini de ele geçirdi. Arnavut Prensleri arasındaki mücadeleler sırasında Osmanlı orduları 1386'da Kroya ve İşkodra'ya kadar ilerledi. Ancak Sultan Murad Hüdavendigar'ın, Halil Hayreddin Paşa'yı Balkanlar'da bırakıp, oğlu Ali Paşa ile birlikte Karamanoğlu Seferine çıkmaya hazırlandığı sırada, Halil Paşa'nın Vardar Yenicesi'nde hastalandığı, kısa bir süre sonra da Serez'de vefat ettiği haberi geldi. Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa iyi bir teşkilatçı ve devlet adamı olmasının yanı sıra ömür boyu da hayır işleriyle ilgilenmiştir. Mahşerde yüzün "ak" olsun, "Kara" Halil Paşa...
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) Salı Ekim 29, 2013 4:22 pm | |
| Bütün dünya öğrendi: Çanakkale Geçilmez!Çanakkale'de manzara korkunçtu!.. Anadolu ve Rumeli kıyılarından ateş ve dumanlar göklere yükselmekteydi, düşman ateşi aralıksız devam ediyordu. İngilizlerin en büyük savaş gemilerinden Queen Elizabeth ve Ocean zırhlıları Koca Seyit'in bataryasının bulunduğu Kilitbahir önlerine gelmiş, kıyıyı top ateşine tutmuştu. Ateş çemberi genişleye genişleye Koca Seyit'in bataryasına ulaşmıştı. Bataryanın sağına soluna mermiler peş peşe düşmeye başlamıştı. O anda müthiş bir gürültü kopmuş, sanki yer yerinden oynamıştı. Koca Seyit de o gürültüden sonrasını hatırlamıyordu...
Cephanelik havaya uçmuştu! Düşman gemilerinden atılan bir mermi cephaneliği havaya uçmuştu. Bataryadaki erlerden Sadece Seyit ile Ali isimli arkadaşı yara almadan kurtulmuşlardı. Bataryanın toplarından da sadece bir tanesi kullanılabilir haldeydi. Onun da vinci kırılmıştı. Koca Seyit, bir denizde hala ateş püsküren düşman zırhlısına bir yerde yatan şehitlere bir de topa bakmış ve büyük bir hırsla her biri 215 okka (276 kilo) ağırlığındaki mermilere yönelmişti. Arkadaşı Niğdeli Ali şaşırmıştı, Koca Seyit ne yapmak istiyordu! Seyit, şaşkın şaşkın kendisine bakan arkadaşına "yardım et de mermiyi yükleneyim" demiş, ardından da "Bismillah" diyerek koca mermiyi kavramış ve Ali'nin yardımıyla sırtlamıştı. 276 kiloluk yüküyle 28'lik topun altı basamağını çıkan Koca Seyit mermiyi topun ağzına yerleştirmeyi başarmıştı. Şimdi bütün dikkatini vermiş önünde canavar gibi duran Ocean Zırhlısının üzerine çevirmişti topun namlusunu. Hedefi iyice tesbit edip nişanının doğru olduğuna kanaat getirdikten sonra "Ya Allah, bismillah!" diyerek topu ateşlemişti. Ve evet, vurmuştu Koca Seyit, koca kefere gemisini!
Düşman perişan olmuştu! Düşmanlar Mecidiye bataryasının safdışı edildiğini zannetmekteydiler. Fakat Mecidiye Bataryasından ateşlenen bir top düşman gemisini batırmıştı işte. Batarya komutanı Hilmi Bey derhal Mecidiye Bataryasına koşmuş ve topu Seyit'le arkadaşının ateşlediğini öğrenmişti. Hemen oracıkta onbaşı rütbesini takmıştı Seyit'e. Komutanlar takdirlerini bildirmekteydi. Seyit ise "Ben ne yaptım ki hepsi Cenab-ı Hakkın yardımıyla oldu" diyordu... Koca Seyit'in Ocean'ı batırışı bir anda her tarafa yayılmıştı. Mehmetçik taze moralle düşmanı şiddetli top ateşine tutmuştu. Gün batımına kadar devam eden şiddetli savaşta düşman perişan edilmişti. Çanakkale'yi geçememişlerdi...
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) Salı Ekim 29, 2013 4:26 pm | |
| Dilaver Paşanın hazin sonuOsmanlı Sadrazamlarından Dilaver Paşa Hırvat asıllıdır. Enderunda yetişti. Sırasıyla zülüflü, baltacı ve çaşnigar oldu. Bir süre Mısırda Kullar Ağalığı, Deşişe Nazırlığı ve Cizye Eminliği görevlerinde bulundu. Daha sonra İstanbula getirilerek sarayda Çaşnigarbaşılığına tayin edildi. Bu görevde iken 1610da Kırım Hanı Selamet Girayın ölümü üzerine, İstanbulda bulunan Canı Beg Girayla birlikte Kırıma giderek, onun han olmasında rol oynadı...
Serav Antlaşmasının mimarı Dilaver Paşa, 1613 yılında Kıbrıs Beylerbeyiliği, ardından Bağdat Beylerbeyiliğine getirildi. Revan Seferine katıldı. 1616da Vezirlik unvanıyla Diyarbakır Beylerbeyiliğine getirildi. Bu görev sırasında vakıf ve tımar meselelerindeki haksızlıkları, eyaleti dahilindeki isyan hareketlerini ve bazı anlaşmazlıkları halletti. Sultan İkinci Osmanın (Genç Osman) tahta çıkışından sonra Rumeli Beylerbeyi olan Dilaver Paşa, beraberindeki kuvvetlerle İran Seferine katıldı. Osmanlı ordusunun yenilgisiyle sonuçlanan Serav Savaşından sonra Serav Antlaşmasının imzalanmasında önemli rol oynadı. Daha sonra ikinci kez Bağdat Beylerbeyi olarak tayin edilen Dilaver Paşanın görevi kısa bir süre sonra Diyarbakır Beylerbeyiliğine çevrildi. Lehistan Savaşında, Hotin Seferi sırasında Dinyester nehrine dayanan sağ kolda yer aldı. 17 Eylül 1621de Ohrili Hüseyin Paşanın yerine Sadrazam oldu.
Asilere teslim edildi! Sultan İkinci Osmana karşı ayaklanan asiler, sarayı kuşattılar. Padişahı tahttan indirmeden önce, bazı vezirlerin idamını istiyorlardı. Bunlar arasında yer alan Dilaver Paşa, önce Sultan İkinci Osman tarafından korunduysa da daha sonra asilere teslim edildi. Asiler tarafından katledilen Dilaver Paşanın naaşı 1622 Mayısında Üsküdardaki Miskinler Mezarlığına defnedildi... | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) Salı Ekim 29, 2013 4:27 pm | |
| Şeyhülislam Feyzullah Efendinin hazin sonu!
Seyyid Feyzullah Efendi, 1639da Erzurumda doğdu. Asıl adı Mehmed olup, Erzurum Müftüsü Seyyid Mehmed Efendi ile Şerife Hatunun oğludur. İlk eğitimini babasından aldı. Daha sonra Seyyid Abdülmüminden ve dayısının oğlu İsmail Efendiden Arapça, Farsça, fıkıh ve fıkıh usulü okudu. Erzurum yöresinin seçkin âlimlerinden olan Şeyh Mehmed Vani Efendinin derslerine de devam etti. Mehmed Vani Efendinin isteği üzerine 1664 yılında İstanbula, oradan da Padişahın bulunduğu Edirneye gitti...
Şehzade Mustafanın hocası 1672de hacca giden Feyzullah Efendi, döndükten sonra Vani Efendinin aracılığıyla IV. Mehmedin oğlu Şehzade Mustafaya hoca oldu. Feyzullah Efendi ilmiye sınıfında hızla yükseldi. Haydarpaşa, Üsküdar Mihrimah Sultan, Sahn-ı Seman ve Ayasofya Medreselerinde müderrislik yaptı. 1674te İstanbul Kadılığı payesiyle Sultan Ahmed Medresesine tayin edildi. 1678de ise Rumeli Kazaskeri olarak Şehzade Ahmedin hocalığına getirildi. Sultan Dördüncü Mehmed tarafından görevinden alındıysa da birkaç gün sonra suçsuz olduğu anlaşılınca görevine iade edildi. 14 Şubat 1688de Şeyhülislam oldu. Feyzullah Efendinin on yedi gün kadar süren bu ilk Şeyhülislamlığından azli, askerî bir karışıklıktan kaynaklandı. Yeniçeriler, Şeyhülislam Feyzullah Efendiyi Erzuruma göndermişlerdi. Yedi yıl kadar burada yaşayan Feyzullah Efendi, hocalığını yaptığı Şehzade ll. Mustafanın tahta çıkışından sonra Edirneye gelip, ikinci defa Şeyhülislamlığa tayin edildi.
Padişahtan ferman aldı! Sekiz yıl bu görevde kalan Feyzullah Efendi, Osmanlı tarihinde ilk kez kendinden sonra Şeyhülislam olması hususunda Padişahtan bir ferman aldı. Ancak, giderek nüfuzunu artırıp tayinlere, azillere müdahalesi, içten içe büyük bir tepkinin oluşmasına yol açtı. 1703te İkinci Mustafa Hanın tahttan indirilmesiyle sonuçlanan ve tarihe Edirne Vakası olarak geçen olay sonunda, idam edildi...
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) Salı Ekim 29, 2013 4:34 pm | |
| Molla Şemsüddin-i Fenari Molla Şemsüddin-i Fenari (d. y. 1350, Maveraünnehir - ö. 1430, Bursa) Din alimi, bilim adamı, müderrris, birinci Osmanlı Devleti müftüsü/şeyhülislam | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) Salı Ekim 29, 2013 4:34 pm | |
| Hayatı
Molla Şemsüddin-i Fenari yaklaşık 1350 yıllarında Maveraunnehir'de doğmuş ve Anadolu'ya göçetmiştir.[1] Asıl adı Şemseddin Mehmed'dir. Babası Muhammed Hamza b. Ahmed tasavvuf ile uğraşmakta idi. Fenarı lakabını ya Bursa Yenişehri civarında bulunan Fener kasabasından almıştır ya da babasinin fenercilik yapması dolayısiyla almistir. Molla Fenârî küçük yaşta babasından tasavvuf öğrenmistir. Medrese eğitimi sırasında Mevlânâ Alâuddîn Esved, Cemâleddîn Aksarâyî, Hamîduddîn-i Kayserî'in derslerine devam etmistir. Mısır'a gidip, Hanefî fıkıh âlimi Ekemâleddîn-i Bâbert'in derslerine katılmistir. Molla Şemsüddin-i Fenari müderris olarak Bursa'da. Yıldırım, Çelebi Mehmed ve II. Murad dönemlerin yaşayıp çalışmistir. Osmanlı belgelerinde II. Murad 1424 yılında onu "Müfti'l Enamlık" görevine atamasına kadar (kadılar ve fakihlar hakkında belgeler bulunmakla beraber) Molla sFenari ile kurulan ve sonradan şeyhülislamliga donusecek müftülük kurumu hakkında hiçbir kayıda rastlanmamaktadır. [2] Zaten 16. yüzyiilda Mehmet Ebussuud Efendi'nin şeyhülislamlığına kadar, muftuler düşük maaşlı ve bu nedenle protiokolde düşük seviyelerde bir devlet mmercii idi. Kazaskerler günde 500 akçe yevmiye alılarken müftüler önce bunun beşte biri sonra üçte biri günlük yevmiye alırlardı.[2] Bu nedenle olacak Molla Şemsüddin-i Fenari Bursa'da müderrislik, kâdilik ve müftülük yaparken gelir sağlamak için ipekçilik de yapmıştır. Molla Şemsüddin-i Fenari, Bursa kadısı iken reisliği yaptığı mahkemede Yıldırım Bayezid'in şahitliğini kabul etmeyerek, adalet önünde hükümdarla herhangi bir vatandaşın eşit haklara sahip olduğu ilkesini getirmiştir. Molla Şemsüddin-i Fenari Hicaz'a hac ziyaretini ilk defa 1419;da yapmıştır. Hacdan dönerken, Mısır'da bir müddet kalarak ders vermiş ve Kudüs'e da uğradı. 1429 yılında Şam yolu ile ikinci defâ hacca gitmiş ve bu arada yine Mısır ve Kudüs'de uğramıştır, 1430 yılında Bursa'da vefat etti. Seçilmiş eserleri Molla Fenarı'nın seçilmiş eserleri isimleri şu listede verilmiştir:[3]. . Ayn-ül-A'yân: Fâtiha sûresinin tefsîri. . Fusûl-ül-Bedâyi' fî Usûl-iş-Şerâyi:Şeriat usülünde yenilikler meydana getirme. . Îsâgûcî Şerhi: Mantık ilmi hakkında şerhtir. 1886;da İstanbul'da basılmıştır. . Enmûzecu'l-Ülûm: "Bilimler Örneği" ansiklopedik bir eser . Ferâiz-i Sirâçiyye Şerhi . Şerh-i Mevâkib üzerine talikât, . Eşâs-ut-Taşrîf, . Esmâ'il-Funûn, . Eş'ile, . Risâletu Riçâl-il-Gayb, . Risâletun fî Menâkib-iş-Şeyh Behâuddîn-i Nakşibendî, Serhu Üsûl-il-Pezdevî, . Serhu Telhîs-il-câmı' el-Kebîr: Fıkıh hakkında. . Serhu Telhîs-il-Miftâh | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) Salı Ekim 29, 2013 4:37 pm | |
| Senin zararını ben ödeyeceğimŞeyhülislam Molla Fenari hazretleri, önceleri Bursa Kadısı idi. Onun kadılığı sırasında bir adam pazardan bir at satın aldı. Fakat alışverişin hemen arkasından atın hasta olduğunu farketti. Geri vermesi gerekiyordu ama satın aldığı adam zorluk çıkartır, atın hastalığını kabul etmez diye önce kadıya gidip resmi kanaldan işi sağlama bağlamak istedi...
Sizin suçunuz yok ki! Mahkemeye gittiğinde kadı Molla Fenariyi yerinde bulamadı. İşini ertesi güne bıraktı. Ancak o gece at öldü. Adam ertesi gün olanları Molla Fenariye anlattı, mağdur olduğunu, ne yapması gerektiğini sordu. Molla Fenari: -Senin zararını ben ödeyeceğim, dedi. Adam hayretle Molla Fenariye baktı: -Niçin siz ödeyeceksiniz, konuyla ilginiz ve suçunuz yok ki, dedi. Molla Fenari:
Ben yerimde olsaydım! -Evet öyle görünüyor ama aslında benim de suçum büyük. Eğer sen dün makamıma geldiğinde ben yerimde olsaydım, olaya müdahale eder, atı geri verdirir, paranı iade ettirirdim. Bu imkan şimdi yok olmuştur. Senin zararına benim makamımda bulunmamam sebep olduğu için zararı ben ödeyeceğim, dedi. İşte Osmanlı adaletine ve kadılara dil uzatan zavallılara müşahhas bir örnek | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) Salı Ekim 29, 2013 4:40 pm | |
| Slovenler unutmuyor da biz niye unutalım?!.
Slovenler dindar ve milliyetçi bir millettir. Zaten bu sayede yüzyıllarca Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun egemenliğinde yaşamalarına rağmen kimliklerini korumayı başarmışlardır. Slovenya, Avrupada gezerken muhtemelen en çok kilise göreceğiniz ülkelerden biridir. Neredeyse her tepenin üstüne bir kilise kurmuşlardır. Bu bilgiyi verdikten sonra, gelelim anlatacağımız tarihî hadiseye...
Akın üstüne akın!.. Slovenyanın kuzeydoğusunda bulunan Lendava, Osmanlı birliklerinin hareketlerinin izlenebilmesi açısından özellikle 16. yüzyılın sonlarına doğru stratejik bir önem kazanmış ve bu nedenle de Osmanlılar birçok akın düzenlemiştir. Köprülü Sinan Ağa ve Tatar Han ile birlikte 6000 Osmanlı askeri 11 Temmuz 1603 tarihinde Lendava Kalesine akın düzenlemiştir... Osmanlı akını sırasında kalede 800 asker ve 12 top bulunmaktadır. Kaleye bağlı burcun komutanı Michael Hadik 350 paralı asker, 500 piyade ve atlılarla bölgedeki ormanlık alana mevzilenmiştir. Ancak, akınlara daha fazla direnemeyen Hadik, Lendava kasabasına çekilmiş ve kale önünde müthiş bir çatışma yaşanmıştır. Hadik, Osmanlıları kaleden uzaklaştırmak ve karşı tepelere yönlendirmek istemiş, bu sırada eğimli arazide atının ayağının tökezlemesi sonucunda düşerek ölmüştür...
Hadikin mumyalı cesedi... Osmanlıların daha sonra bölgeden çekilmesinin ardından Hadikin cesedi mumyalatılarak bölgede bir tepeye gömülmüştür. 1728 yılında yapılan bir inşaat çalışması sırasında mumya bulunmuş ve Hadikin tabutu 1733te yaptırılan küçük bir kiliseye konulmuştur... Slovenler, Osmanlıya karşı çarpışan Michael Hadiki unutmuyorlar. Biz niye Hadikle çarpışan kahramanlarımıza bir fatiha göndermeyelim ki!.. | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) Salı Ekim 29, 2013 4:59 pm | |
| Padişahla sözleşme imzalayan alim!Sultan İkinci Bayezid Han, Baba Yusuf Sivrihisari'yi çok sever, sohbetinde bulunurdu. O da Sultanı çok severdi. Baba ve oğulluk sözleşmesi yapmışlardı... Bir sohbetlerinde Padişah ona; "Hacca gideceğin zaman mutlaka bana gel görüşelim" demişti. Bundan sonra Baba Yusuf memleketine dönüp, orada bir müddet kaldı. Memleketinde iken rüyasında Kabe'de Hacer-i esved yanında manzum bir kitap yazması işaret edildi. O zamana kadar hiç şiir yazmamıştı. Bu rüyadan sonra şiir yazma kabiliyeti hasıl oldu. Sonra hacca gitmek üzere hazırlanıp, Padişah İkinci Bayezid Hanı görmek üzere İstanbul â??a gitti...
"Bunları kendim kazandım" Padişah ona bir miktar altın verip; "Bunlar helaldir. Kendi elimle kazandım. Bu altınları Resul-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellemin türbe-i mutahherasının kandillerine harcarsın. Mübarek türbesinin yanında, "Ya Resulallah! Ümmetinin koruyucusu, günahkar kul Bayezid sana selam söyledi ve bu helal altınları türbenin kandillerine yağ almak için gönderdi" dersin. Sonra; "Bu hediyenin kabulü için yalvar, senin vasıtanla kabul olacağını ümid ediyorum" dedi. O da bu isteğini yerine getirmek üzere altınları alıp, vedalaştı ve yola çıktı.
Emredilen kitabı yazdı! Baba Yusuf hazretleri, Mekke'ye varıp, hac ibadetini yaptıktan sonra, bir sene orada kaldı. Rüyasında Hacer-i esved yanında yazması işaret edilen manzum eseri yazdı. Çok güzel ve büyük bir kitab oldu. Allahü teala ona, orada daha önce hatırından geçirmediği marifet kapılarını açtı ve bunları yazdığı kitapta topladı... İnsanlara vaaz ve nasihat edip, saadete kavuşmaları için çok hizmetler yapan Baba Yusuf Sivrihisari, Yavuz Sultan Selim Hanın padişahlığı zamanında vefat etti. Kabri, Eyyub Sultan hazretlerinin türbesi çevresindedir. Allahü teala şefaatine nail eylesin... | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) Salı Ekim 29, 2013 5:07 pm | |
| Şehzade Korkud ya da "Harimi"...Korkud Çelebi, 30 Aralık 1483'te Saruhan (Manisa) Sancakbeyliğine atandı. 1501 Ekim ayında Midilli'yi kuşatan Hristiyan donanmasına karşı asker gönderdi. Kardeşi Şehzade Ahmed'in etkisi ile Antalya Sancakbeyliğine gönderildi. Sancakbeyliği sırasında Ege'de ve Akdeniz'de denizciliğin gelişmesi için çalışan Korkud Çelebi, aralarında Hızır Reis (Barbaros) ailesinin de bulunduğu birçok denizciyi koruması altına almıştı...
Edebiyatla da ilgilenmiş Aynı zamanda bilim ve edebiyatla ilgilenmiş olan Korkud Çelebi, çeşitli eserler vermiş, "Harimi" mahlasıyla şiirler yazmıştır. Şiirdeki ustalığından, şairlere, sanatçılara gösterdiği yoğun ilgiden söz eden tezkireler şairliği için övgü dolu sözlere yer verirler. Şehzade Korkud'un divanı dışında Arapça kaleme aldığı eserleri de vardır. İşte ondan bir gazel: Zülfün hevası başuma cana bela yeter Halün hayali gözüme ayn-ı ana yeter Şirin lebün şarabına dil-teşne oluben Kan ağladuğı gözlerümün macera yeter Kurup kaşun kemanını kasd itme canuma Gamzen hadengi başa kaderden kaza yeter Yüz sürmeğe ayağuna ey yar-ı pür-cefa Ben müptelaya sencileyin bi-vefa yeter Çeşmüne uydı gamzelerün canum almağa Derdlü yüreğüme sanema bu cefa yeter Zülfün hevası fikr-i ruhun ey peri-sıfat Başuma tac eğnüme her dem kaba yeter Yar işiğinde yüz süre varmağa ey rakib Sen farig ol "Harimi"ye avn-ı Huda yeter
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) Salı Ekim 29, 2013 5:08 pm | |
| Fatihler nasıl yetişiyormuş Sultan Murad Han, Molla Gürani hazretlerini yollarken Eti de senin der, kemiği de. O bundan böyle senin oğlun. Var bildiğin gibi işle! Mübarek Manisaya vardığı saat, Şehzadeyi derse çağırır. Uşaklara bile itibar eder, ama geleceğin sultanını görmezden gelir. Talebesine sıradan biri gibi davranır ve Otur! der, Hayır oraya değil, şuraya! O güne kadar emretmeye alışan Şehzade şaşakalır! Belki de hayatında ilk kez diz çöker. Molla emsileyi açar ve emreder: Darabe (Dövmek) fiilini çek bakayım! Fatih fiili kafasına göre çeker. Çat pat bir şeyler söyler işte.
Seni öyle bir döverim ki! Molla Güraninin kaşları çatılır, kafasını olmadı gibilerden sallar, bakışlarıyla azarlar. Sonra üstüne basa basa fiili çeker ve sesini yükselterek misallendirir: Döverim, seni döverim, seni öyle bir döverim ki!.. Fatih ağlamaklıdır. Korkudan sesi titrer. İçinden son cümleyi tekrar eder. Darabtühü cidden şediden... İnanın döver mi döver. Bundan böyle saray halkına rezil olmak da vardır işin içinde... Şehzade artık geceleri ödev yapmaya başlar ve ezberlerini aksatmaz. Daha doğrusu aksatamaz. Ama gün gelir ilmin tadını alır. Eski haşarılıklarından utanır. Çok değil üç beş ay sonra bambaşka biridir o. Molla Gürani hazretleri Arabi ve Farisi bilmek yetmez der, Düşmanlarının da lisanını öğrenmelisin! Nitekim Fatih Latince, Sırpça ve Rumca öğrenir. Hem konuşur hem yazar. Ardından, Şehzadeyi İtalyan asıllı Anconal Giriaconun önüne oturtur, Avrupa tarihini okutturur. Dahası neme gerek dedirtmez, aritmetiğe, geometriye, astronomiye zorlar. Hepsi bir yana ufkunu açar. İnanç aşılar. Eğer istenirse gemilerin karadan, kağnıların sudan yürüyebileceğine inandırır....
O, görünüşte çocuktur! Bir ara Manisaya gelen Sultan Murat, oğlunu tanıyamaz. Fatih görünüşte çocuktur, ama çok olgundur. Ufku geniştir sonra. Hedefleri, ideâlleri vardır. Ki İstanbul bunlardan biridir sadece. İşte belki de bu yüzden tahtını düşünmeden bırakır ona... Fatihler işte böyle yetişiyordu... | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) Salı Ekim 29, 2013 5:15 pm | |
| Nizâm-ı Cedid ve Üçüncü Selim Han 1788 yılından beri devam eden Osmanlı-Avusturya harplerinde, Serasker Kemankeş Mustafa Paşa, takviye kuvvetlerle Yaştan Rus ordusuna karşı sefere giderken, Foksanda Avusturya ordusunun âni taarruzuna uğradı. Arnavutların ihânetiyle Osmanlı ordusu, 1 Ağustos 1789 târihinde Foksanda bozuldu. Avusturyalılar, Belgrata kadar ilerleyip, 8 Ekimde şehir düştü. 31 Ocak 1790da Prusya ile Avusturya ve Rusyaya karşı ittifak anlaşması imzâlandı. Prusyanın arabuluculuğuyla Avusturya ile devam etmekte olan harbe son verilmesi kararlaştırıldı...
Ziştovi ve Yaş Antlaşmaları Fransız İhtilâlinin Avrupada sebep olduğu hâdiseler üzerine, İngiltere ve Prusyanın müdâhalesiyle Rusya da antlaşmaya taraftar hâle getirildi. Avusturya ile 4 Ağustos 1791 târihinde Ziştovi Antlaşması imzâlandı. Antlaşmaya göre; Avusturya 1788-1791 harbinde aldığı yerleri Osmanlı Devletine geri verecekti. Rusya ile 1787den beri Kafkasya ve Balkanlarda devam eden harp, 9 Aralık 1792 târihli Yaş Antlaşmasıyla neticelendi. Osmanlı Devleti, Rusya ile Avrupada Dinyester Turla Nehri, Kafkasyada Kuban Nehri hudut kesildi. Osmanlı Devleti, Ziştovi ve Yaş Antlaşmalarıyla, en az kayıpla harbe son verip, büyük mâlî külfetlerden kurtulmuştur... Avusturya-Rus harplerinin antlaşmalarla halli sonrasında; Avrupa devletlerinin 1789 Fransız İhtilâlinin etkisiyle, ülkelerinde meydana gelen hâdiselerle uğraşması, Osmanlı Devletini geçici bir sulh devrine soktu. Sultan Üçüncü Selim Han, devletin dışta sulh devrine girmesiyle; veliahtlığından beri düşündüğü ıslâhatların icraatına geçti. Osmanlı Devleti için lüzumlu askerî, idârî, iktisâdî, ticârî ve sosyal ıslâhatları Nizâm-ı Cedid adıyla tatbikat safhasına koydu. Sultan Selim Han, devlet adamlarından aldığı lâyihalarla 24 Şubat 1793 târihinde, modern tarzda, yeni bir orduyu Nizâm-ı Cedid adıyla kurdu...
Yeniçeriler kabul etmedi! Nizam-ı Cedîd ordusuna getirilen yenilik ve tâlimler, Yeniçerilere de tatbik edilmek istendi. Ancak Yeniçeriler, yenilik ve tâlimleri kabullenmeyerek, birkaç ay sonra eğitimi terk ettiler. Ordunun teknik sınıfları takviye edilerek; humbaracı, lağımcı, topçu ocakları için yeni kânunlar yapıldı. 1794te Teknik Üniversite mâhiyetinde Sütlücede Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn kuruldu. Okulun öğretim üyesi, kitap, ders âlet ve edevatları yurt içi ve dışından bütünüyle karşılandı. Nizâm-ı Cedîd ordusu yetiştirilmek üzere Ankara, Kayseri ve Konyada teşkilât kurulup, askerin mevcudu artırılmaya çalışıldı... | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) Salı Ekim 29, 2013 5:16 pm | |
| Akıncı Beyi Mihaloğlu ve Prenses Mehtab Osmanlı akıncıları için cihad, bir şenlikti ve şehadet şerbetini içmek en büyük dilekleriydi. Onlar kanlarını, canlarını hak yoluna feda etmişlerdi. En büyük akınlar Fatih ve Kanuni devirlerinde yapılmıştır. Bu devirde yapılan akınları Avrupalılar hala hafızalarından silememişlerdir. Akıncı beyleri içerisinde en meşhuru Mihaloğlu Alaaddin Ali Paşa'dır. Ali Paşa akıncılarıyla birlikte Tuna'yı kuzeye doğru tam 330 defa geçmiştir. 1435'te dünyaya gelen Ali Paşa, iyi bir tahsil görmüştür. Macarca ve Romence dahil birkaç Avrupa dilini mükemmel şekilde bilmekte, Türkçe kadar rahat konuşmaktadır.
Yirmi beş devletle harp!.. Fatih ve II. Bayezid devirlerinde yaptığı akınlarla devlete büyük hizmeti geçmiştir. Fatih devrinde 25 devletle birlikte tutuşulan harplerde Alaaddin Ali Paşa'nın akınları, düşmanları yıldırmış ve muharebe güçlerini büyük ölçüde kırmıştır. Fatih döneminde 1463'te başlayan savaşlar 16 sene aralıksız devam etmiş ve hepsi de Osmanlı devletinin zaferleriyle neticelenmiştir. İlk olarak Venedik 28 Temmuz 1463'te harp açmış, fakat Mihaloğlu Ali Bey ve diğer akıncı beylerinin idaresinde Venedik'e yapılan akınlar Venedik'in iktisadi durumunu perişan etmiştir... Venedik'ten sonra Macaristan'a akınlar yapılmıştır. Bu ülkeye 1461 ve 1466'da yapılan akınları Ali Bey idare etmiştir. Alaaddin Ali Paşa 1466'daki akında, Macaristan Kralı Matthias Corvinus'un kızını esir almıştır. Bu Prenses "Mehtab" adını alarak Müslüman olmuş ve Ali Bey'le evlenmiştir. Macarların cezalandırılmasına memur edilen Ali Paşa Tuna'yı geçmiş Varadin'i almış, otuz iki bin esirle dönmüştür... Alaaddin Ali Paşa Fatih'in vefatından sonra II. Bayezıd devrinde de akınlarına devam etmiştir.
Beş bahadır evlat... Ali Paşa 1507'de Hakkın rahmetine kavuşurken geride beş bahadır evlat bırakmıştır. Ali Paşa'nın evlatları; Gazi Hasan Bey, Gazi Ahmed Bey, Gazi Mehmed Bey, Gazi Hızır Bey ve Gazi Kara Mustafa Beyler Kanuni'nin saltanatının ilk yıllarında yaşamış ve hepsi de yaptıkları akınlarda şehit düşmüşlerdir. Başta Alaaddin Ali Paşa olmak üzere; din ve vatan uğruna canlarını feda eden şanlı akıncılarımızı rahmetle yadediyoruz.. | |
| | | | Kınalızâde Ali Çelebi ( 1511 - 1584m. ) | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|