|
|
| Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Salı Ekim 29, 2013 11:34 am | |
| Osmanlı sadrazamlarından Said Halim Paşa, 1863 yılında Kahire'de doğdu. Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşanın oğullarından vezir Halim Paşanın oğludur. 1888 yılında Şura-yı Devlet (Danıştay) üyeliğine seçildi. Bu sırada rütbesi mirmiran idi. 1900 yılında ise, Rumeli Beylerbeyliği rütbesini aldı... Said Halim Paşa, zararlı neşriyat ve silah bulundurmakla itham edilip, hakkında soruşturma açılınca, ülkeyi terk etti. Önce Avrupa'ya sonra da Mısır'a gitti...
Politikaya atıldı... 23 Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyet ilan edilince, tekrar İstanbul'a döndü. Halim Paşa, Şura-yı Devlet üyesi olmak istediyse de, kadrosuzluk sebebiyle bu isteğine kavuşamadı. Bu durum üzerine Halim Paşa, İttihat ve Terakki Partisine girerek politikaya atıldı... Said Halim Paşa, Şura-yı Devlet Başkanlığına seçildiyse de, bu vazifeden kısa bir süre sonra 1912'de ayrıldı. İttihat ve Terakki Partisi Genel Sekreteri oldu. 1913'te Mahmud Şevket Paşa kabinesinde Şura-yı Devlet Başkanı ve üç gün sonra da Hariciye Nazırı oldu. Sadrazam Mahmud Şevket Paşanın, 11 Haziran 1913'te Divanyolunda otomobilinde öldürülmesi üzerine Sadaret Kaymakamı oldu. Ancak İttihat ve Terakki Partisinin, Sultan Reşad'a baskısı üzerine, 12 Haziran 1913'te Sadrazam, Sadareti süresince de Enver, Talat ve Cemal Paşaların kuklası oldu. Halim Paşa, kurduğu kabinede Hariciye Nazırlığını da kendisi aldı. Birinci Dünya Harbi sırasında hükümet başkanı olan Said Halim Paşa, kendisinin haberi olmadan İttihatçılar tarafından harbe girildiğini sonradan öğrendi. İstifa etmesine rağmen, ısrarlar üzerine vazgeçti. Fakat kendisinden habersiz kanunlar çıkarıldığını görünce, 3 Şubat 1917'de Sadaretten ayrıldı.
Malta'ya sürüldü... Said Halim Paşa, İttihat ve Terakki Partisinin iktidardan düşmesi üzerine, "harp suçlusu" olarak mahkemeye verildi. İstanbul'un işgali sırasında, İngilizler tarafından 1919'da Malta'ya sürüldü. Bir müddet sonra serbest bırakılınca Roma'ya gitti. 18 Aralık 1921'de, evinin önünde bir Ermeni tarafından vurularak öldürüldü. Mezarı İstanbul'da, Sultan Mahmud Türbesi bahçesindedir. | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Salı Ekim 29, 2013 11:50 am | |
| Ebdal Kumral ve Hızır aleyhisselâm
Ebdal Kumral, tefekkür halindedir... Birden yanında Hızır aleyhisselâm beliriverir! Osman Gaziyi kastederek. O yiğidin istikbali çok parlak der, Var bul onu ve müjdeyi ver! -Nasıl bir müjde? -Yakında rüyasını görür!.. Ebdal Kumral, dergâha koşar. Vardığında sohbet başlamıştır. Bir köşeye sokulur, diz çöker. Bakın şu işe ki Osman Gazi de oradadır. Genç mücahid kelimesini kaçırmadan şeyhini dinlemektedir...
Toprağa bağlanın! Edebâlî Hazretleri Toprağa bağlanın! der, Su kullanın, ağaç dikin, bahçelerinizi elden geçirin. (Bunlar bu coğrafyada kalıcı olduklarına dair işaretlerdir) Fukaraya sahip çıkın, âlimlere hürmet edin... Gecenin ilerleyen saatlerinde Osman Gazi el öper, müsaade ister. Edebâlî hazretleri gözlerini kısar, geceyi dinler. Sonra nedendir bilinmez Sabah ola hayrola der, gelin kalın burada!... Bu diyarda ona itiraz ne mümkündür. Başüstüne der, baş eğerler. Derhal döşekler serilir... Osman Gazi ayağını uzatıp yatamaz. Zira odanın duvarında Mushaf-ı Şerif asılıdır... Bir köşeye bağdaş kurar, tesbihi ile baş başa kalır. Ama bir ara içi geçer, Edebâlî Hazretlerinin göğsünden çıkan bir nurun kendini kuşattığını görür. Sonra vücudu çınara döner. Dallanıp budaklanır ve çok büyür. Yaprakları bulutlara varır, kökleri kıtaları tutar. Dağlar ovalar, nehirler, şehirler... İnsanlar bölük bölük gelir gölgesine girerler. Huzurlu ve neşelidirler... Osman gazi rüyanın heyecanıyla gelir kendine... Müezzinin yanık sesi odayı doldurur. Mescide geçerler. Osman gazi rüyanın tesirindedir hâlâ. Ebdal Kumral sorar. Ne oldu sana? -Bir rüya gördüm hocam. Garip bir rüya! -İyi ya, işte fırsat. Şeyhimize arzeyle!..
Doğru söylüyorsun! Osman Gazi, mahcup mahcup rüyasını anlatır. Edebâlî Hazretleri kısa bir tefekkürün ardından Ey oğul. Sana müjdeler olsun! der, Göğsümden çıkan nur kızımdır (Bâlâ Hatun). Seni kuşatması evleneceğinize işarettir... Ağaca gelince: Sen büyük bir devlet kuracaksın. Evlatların adaletle hükmedecekler. Allahü teâlâ seni ve neslini insanların İslâmla şereflenmesine vesile edecek... Ebdal Kumral heyecanlıdır. Vallahi doğru söylüyorsun! der: Hızır aleyhisselamın bildirdiği müjde bu olmalı! | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Salı Ekim 29, 2013 6:18 pm | |
| Vezirlik benim gibi kimselere kaldı!.17 Kasım 1601'de mehteran cenk havasını vurmaya başlamıştı. Kanije Kalesi'ndeki serdengeçtiler tekbir getiriyorlardı. İşte bu coşkunluk içerisinde Gazi Kara Ömer Ağa 800 yiğitle kaleden çıkmış ve yıldırım gibi düşman içerisine dalmıştı. Bu beklenmedik saldırı hareketi üzerine düşman paniğe kapılmıştı. Onlar Sadrazamın ordusunun geldiğini zannediyorlardı. Tiryaki Hasan Paşa ise kaledeki bütün topları son bir defa ateşletiyor ve güya Sadrazamı selamlıyordu! Düşman ordugahı karışmıştı ve panik başlamıştı. Gazilerin "Allah Allah" sadaları yeri göğü inletiyordu...
Düşman perişan olmuştu! İlk hamlede düşmanın bütün ağırlıkları, yiyecekleri, cephaneleri ele geçirilmişti. 18 bin ölü vererek darmadağınık vaziyette kaçışmaya başlamışlardı. Bunun üzerine üç bin Yeniçeri, düşmanı takibe başlamış ve 18 Kasım günü de 30 bin düşman imha edilmişti. Başkumandan Arşidük Ferdinand ve çok az askeri canını zor kurtarmıştı... Zafer duyulunca İstanbul'da bütün evlerde şenlikler yapılmaya başlanmıştı. Sultan III. Mehmed Han, Tiryaki Hasan Paşaya bizzat kendisinin yazdığı bir mektup göndererek tebrik etmiş, mükafat olarak; üç hil'at, murassa bir kılıç ve üç tane at göndermiş, ayrıca vezirlik rütbesi verilmişti. Bütün bunlar karşısında, son derece tevazu sahibi olan Hasan Paşa sevinememiş, bilakis üzüntüsünden gözyaşı dökmüştür. Sebebi sorulduğunda şöyle demiştir şanlı kumandan: -Kanije'de ettiğimiz küçük bir hizmete karşılık bize vezirlik vermişler ve "Hatt-ı Hümayun" göndermişler. Halbuki, Kanuni Sultan Süleyman, Makbul İbrahim Paşa'y ı tam bir yetkiyle kendi yerine vekil tayin ettiği zaman bile O'nun eline bu kadar iltifatlar ihtiva eden bir mektup vermemişti. Rahmetli Piyale Paşa, Yavuz Sultan Selim Han'ın damadı olduğu ve deniz muharebelerinde bütün Hristiyan hükümdarlarının donanmalarına galip geldiği ve Sakız Adası'nın fethi gibi nice muvaffakiyetler elde ettiği halde kendisine vezirlik çok görülmüştü. İslam Halifesi'nin Hatt-ı Hümayunu, Kanije muhasarası gibi küçük bir hizmete mükafat olmaya başladı. Devletin vezirliği, benim gibi yaşlı kimselere kaldı. Buna üzülmeyeyim de neye üzüleyim!..
"Ben" değil "biz" diyenlerdendi Yüz bin kişilik düşman ordusunu perişan etmeyi gözünde büyütmeyip devletin en mühim makamına nefsini layık görmeyen ve otoriteye bağlı, devletin şahs-ı manevisini üstün tutmak için azami gayret gösteren bir şahsiyet... Tiryaki Hasan Paşa misalini görünce Osmanlı Devletinin altı asır yaşamasının sırrını anlıyor gibi oluyor insan!..
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Salı Ekim 29, 2013 6:27 pm | |
| Ünlü astronomi alimi Ali KuşçuVerdiği eserlerle astronomi ve matematik ilminde dünya çapında şöhrete ulaşan Ali Kuşçu 1410 yılında Semerkand'da doğmuştur. Babası, Muhammed, Türkistan ve Maveraünnehr Emiri Uluğ Bey'in Doğancıbaşısıdır. Alaüddin Ali İbni Muhammed'in "Kuşçu" lakabı buradan ileri gelmektedir... Genç yaşında riyaziyye (matematik) ve astronomiye merak salan Ali Kuşçu, ilk tahsilini Semerkand'da yaptı. Bizzat Uluğ Bey'den astronomi ve riyaziye okudu. Ayrıca devrin meşhur alimlerinden Bursalı Kadızade Rumi'den ders aldı. Semerkand'dan sonra yine devrin ilim merkezlerinden Kirman'a giden Ali Kuşçu, burada tahsilini ilerletti.
Rasathane müdürü... Kirman'da tahsilini ikmal ettikten sonra tekrar Semerkand'a dönen Ali Kuşçu burada Uluğ Bey'in kurmuş olduğu rasathaneye (gözlemevi) müdür olmuştur. Uluğ Bey'in yıldızların yerlerini ve hareketlerini gösteren cetvel olan "Zic" adlı eserine yardım etmiş daha sonra da Uluğ Bey'in bu meşhur eserini tamamlamıştır. Uluğ Bey'in 1450'de vefatı üzerine, Tebriz'e giden Ali Kuşçu orada Uzun Hasan'ın talebi üzerine bir müddet kalmıştır. Uzun Hasan da bu değerli alime çok itibar göstermiştir. Fakat Ali Kuşçu'nun en büyük talihi Fatih Sultan Mehmed Han'la karşılaşması olmuştur. Uzun Hasan, Osmanlı Devletiyle barış görüşmelerini yürütmek üzere Ali Kuşçu'yu Fatih'e elçi olarak göndermişti. Fatih'le görüştükten sonra, onun İstanbul'da kalması için ricada bulunması üzerine, padişahtan izin alarak Tebriz'e dönen Ali Kuşçu, ailesini de alarak İstanbul'a doğru yola çıkmıştır. İstanbul'a gelen Ali Kuşçu devrin en büyük ve yüksek tahsil müessesesi olan Ayasofya Medresesine müderris tayin edilmiştir. Medresede kelam, dilbilgisi, riyaziye ve heyet (Astronomi) dersleri veren Ali Kuşçu bir taraftan da eserler yazmağa devam etmiştir.
İstanbul'da vefat etti... Ali Kuşçu'nun devrinde İstanbul medreselerinde matematik ve astronomi çok gelişmiştir. Verdiği eserler uzun müddet medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Ali Kuşçu verdiği eserlerin yanı sıra birçok alimin eserlerine de şerh yapmıştır. İlme hizmet eden bu değerli alimimiz 1474 yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Mezarı Eyüpsultan Camii haziresindedir...
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 2:47 pm | |
| Osmanlı ordusu Viyana önlerinde Mohaçta Macaristan ordusunu tamamen imha edip bölgeyi Osmanlı Devleti sınırları içine katan Kanunî Sultan Süleyman Han, Macaristan tacını Zapolyaya verdi. Avusturya Arşidükü Ferdinand, Kanunî Sultan Süleyman İstanbula döndükten sonra Budapeşteyi (Budin) almış ve Macaristanın büyük bir kısmını ele geçirmişti. Bunun üzerine Zapolya, Kanunî Sultan Süleyman Handan yardım istedi... 10 Mayıs 1529da İstanbuldan hareket eden Süleyman Han, eylülde Budini tekrar zaptetti...
Almanya sınırını geçti... Kanunî Sultan Süleyman Han, 22 Eylülde Almanya sınırını geçti. 27 Eylülde Viyana önlerine gelen Ordu-yı hümâyûn, Hristiyanlığın en büyük devleti olan Alman İmparatorluğunun başkentini muhasaraya başladı. Kanunî Sultan Süleyman Han, Viyanaya gelirken hiçbir zaman kaleyi alma gayesi gütmemiş, istediği zaman bunu gerçekleştirebileceğini göstererek gözdağı vermek istemişti. Üstelik yeni fethedilmiş olan Macaristanda İslâm idaresi tam yerleşmeden Viyananın da alınıp askerin çok geniş bir alana yayılması, stratejik bakımdan hatalı olurdu. Kışın yaklaşması kale çevresinin yoğun yağmurlar sebebiyle bataklık hâline gelmiş olduğuna aldırmadan kaleyi kuşatmıştı. Kaleyi muhasaraya başlayan Kanunî Sultan Süleyman Han, on yedi gün boyunca döverek, şehrin surlarını iyice tahrip etmişti. Bu sırada bir Osmanlı güllesinin isâbetiyle kale komutanı Kont Salm de öldürülmüştü. Çevreden aldığı istihbaratlar sonunda Viyanaya yüz elli kilometre uzaktaki Linzde Alman ordusunun da Osmanlı ordusunun karşısına çıkmayacağı anlaşılınca, CharIes Quinte verilen cezanın yeterli olduğuna kanâat getiren Kanunî Sultan Süleyman Han, orduya muhasarayı kaldırma emrini verdi...
Akıncıların kontrolünde... Kanunî, Akıncı Beylerini akına göndererek, Avusturya, Güney Almanya (Bavyera), Muravya, Bohenya, Slovakya, Silezya (simdiki Çek Cumhuriyeti) ve Slovenya gibi Alman İmparatorluğuna bağlı ülkeleri baştan başa çiğnetti. 16 Ekimde Viyana önlerinden hareket eden Ordu-yı hümâyûn, İstanbula ancak 16 Aralıkta ulaşabildi...
21.07.2005 | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 2:58 pm | |
| Biz madalya için dövüşmedik
Çanakkale Savaşının kahramanlarından Koca Seyit 1918de terhis edilmişti. Köyüne dönen Seyit geçimini temin için çalışmaya başlamıştı. Fakat hain gözler cennet vatanın üzerinde olunca rahatlık yoktu. Düşmanların hücumları bitmiyordu. Daha düne kadar Osmanlı Devletine bağlı olan uşak tabiatlı Yunanlılar 15 Mayıs 1919da İzmiri, 28 Mayıs 1919da da Ayvalık ve Edremiti işgal etmişti. Vatan istila altındaydı; Çanakkalenin şanlı gazisi Seyit Onbaşı durabilir miydi? Durmadı ve işgal haberini alır almaz yine cepheye koştu...
Büyük Taarruza da katıldı Karış karış vatanını müdafaa eden yediden yetmişe Anadolu insanıyla omuz omuza verip vuruşuyordu. Koca Seyit, Ordunun 26 Ağustos 1922de başlattığı Büyük Taarruza da iştirak etmiş ve 28 Ağustosta cereyan eden muharebede iki yerinden yaralanmıştı. Büyük zaferin kazanıldığını hastanede yatarken öğrenmişti Koca Seyit. Dünyalar kendisinin olmuştu. Artık asırlardır olduğu gibi şanlı bayrağı semalarda hür olarak dalgalanacak, Ezan-ı Muhammedi vatan semalarından eksik olmayacaktı. Savaşın kazanılmasından sonra mütevazı hayatını devam ettirmişti Koca Seyit... Fakirdi, çoluk çocuğunun geçimini sağlamak için binbir meşakkatle dağdan odun getiriyor, onları odun kömürü yaparak satıyordu.
Ya şehid olacağız ya gazi Koca gazinin madalyası bile yoktu. Kendisine müracaat et sana madalya versinler, maaş bağlasınlar diyenlere, Biz madalya için, maaş için dövüşmedik. Ya şehid olacağız ya gazi dedik. Ücretini Cenab-ı Allahtan bekledik ve Rabbim bize gazilik rütbesini nasib etti demiştir. 1939 yılının Aralık ayında vefat eden Koca Seyit geride maddî hiçbir servet bırakmamıştı. Madde bakımından belki dünyanın en fakir insanıydı, fakat, şanlı tarihe malolan şanlı hatıralar bırakmıştı. Ruhun şâd olsun, büyük kahraman... | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 3:01 pm | |
| Batılı bunu hep yapıyor!..
Evet, şimdi tüyleriniz ürpererek okuyacağınız bu hadise Çanakkale gazilerinden Mülazim Ahmet Halit Üngörün 15 Nisan 1915 tarihli bir hatırasıdır. Ve batının gerçek yüzünü ortaya koyan acı bir vesikadır... Siperlerde bulunduğumuz sıralarda düşman tarafından bir askerin sıçrayarak bize doğru yaklaşmakta olduğunu gördük. Korkusuz bir delikanlıydı bu. Bizimkilerden onu görenler arka arkaya ateş ediyor, fakat bir türlü vuramıyorlardı. Anlaşılan bize sokularak el bombası atacaktı.
Fransız üniformalı Müslüman! Hemen silahımı doğrultarak nişan aldım ve ateş ettim. Vurularak yere düştü ve bir müddet çırpındıktan sonra hareketsiz kaldı. Ölmüş olduğunu gördüm. Fransız üniformalı zenci bir askerdi bu. Üzerini yokladım, cebinde bir kabarıklık vardı. Elimi üniformasından içeri sokarak onu aldığımda donakaldım. O değil de ben vurulmuştum sanki. Elimde tuttuğum sey sözde düşmanım olan o zencinin kanlarıyla ıslanmış bir Mushaf-ı şerifti. Ah o sömürgeci İngilizler, ah o Fransızlar... Evet, dönemin süper devletleri Çanakkalede karşımıza hile ile Müslüman kardeşlerimizi bile getirmişlerdi. Ancak Çanakkale Geçilmez diyerek biz de eli silah tutan bütün vatan evlatlarını karşılarına dikmiştik. 250 bine yakın askerimiz bayrağını yere düşürmemek için şehit düşmüş, geride ise on binlerce gazi kalmıştı...
İnanç ve vatan sevgisi... İnanç, vatan sevgisi, dayanışma, birlik ve beraberlik duyguları, zamanın en güçlü ve donanımlı ordularına karşı koymada en önemli faktörler olmuştur. Bugün, o ruh ve inanca milletçe ne kadar muhtacız değil mi?!.
19.07.2005 | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 3:06 pm | |
| Osmanlının Uzak Doğu Müslümanlarına yardımı Osmanlılar, bir taraftan sahip oldukları silah teknolojisini geliştirmek için çalışırken, diğer taraftan da, bu silahların kendileriyle dinî veya ırkî bağı bulunan çeşitli Asya ve Afrika ülkelerine yayılmasında köprü rolü oynadılar. Bu rol, Osmanlıların diğer İslam ülkelerine genellikle belli miktarda topçu, tüfekçi ve ateşli silah uzmanları ile top ve tüfek yardımı yapmak şeklinde olmuştur. Osmanlı tehlikesi karşısında bu devletlerden bazılarının Avrupadan silah almak zorunda kalmaları da dolaylı bir roldür. Şah Abbas dönemindeki İran dışında kalan doğu ülkeleri, etkili olarak ateşli silahlarla mücehhez bir ordu kuramamışlardır.
Açe Sultanlığına kadar... Osmanlıların ateşli silahları taşıdıkları ülkeler arasında ilk olarak Türkistan Hanları, Kırım Hanları, Hindistan, Sumatrada Açe Sultanlığı ve Habeşistanda Sultan Ahmed Granin Devleti ile Afrikada Bornu Devleti gelmektedir. İkinci grupta ise, İranda Akkoyunlu ve Safeviler, Mısırda Memlûklar sayılabilir. Bazı Avrupa ülkelerinin yanında Osmanlılarla da ilişkisi olan bu devletlere Osmanlılar siyasî ve dinî ilişkilerine göre personel, silah, barut ve demir gibi malzeme satarak veya hibe ederek ateşli silahlar konusundaki imtiyazlı konumlarından istifade ile Asya, Afrika ve Orta Doğudaki etkinliklerini artırma politikası takip etmişlerdir. Hariç ülkelere yapılan bu yardımların yanında kendi ülkesi içinde uçlarda bulunan beylerbeylerine de gerektiğinde savaş malzemesi veya top, tüfek yapıcısı ustalar yine İstanbuldan gönderilmekteydi.
Portekizlilere karşı... Osmanlıların verdiği ateşli silahların, özellikle Orta Asyada Türk Devletlerinin iç savaşlarında, desteklenen taraf açısından çok önemli rol oynadığı; Habeşistan ve Açede de Portekiz ve Hollanda gibi gayri müslim sömürgeci devletlerle savaşan İslam devletlerinin muvaffakiyetinde ciddî ölçüde tesirli olduğu görülmüştür. Tabiatıyla bütün bu yardımlar hilafet merkezini elinde tutan Osmanlıların, söz konusu devletler nezdindeki itibarını artırmış ve saygınlık kazandırmıştır. Memlûklara silah yardımı yapılması da henüz bozulmamış olan ilişkiler öncesinde onları Hristiyan Portekizlilere karşı savaşlarında destekleme gayesi gütmekteydi...
08.08.2005 | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 3:14 pm | |
| Rumeli Fatihi" Süleyman PaşaRumeli Fatihi" Süleyman Paşa
Orhan Gazi Rumeli'ye geçmeye karar verir ve bu işi oğlu Süleyman Paşa'ya açar. Şehzade de hemen babasının elini öpüp görevi kabul ederek sefere çıkar... Şehzade Süleyman, kısa zamanda Aydıncık civarındaki Belkıs Harabelerine gelir. Burası, Çanakkale Boğazına hakim bir noktada bulunup Boğaz ve karşı Rumeli sahilleri göz kamaştırıcı bir panorama halinde uzanmaktadır... Bundan ötürü buraya "Temaşalık" adı verilmiştir... Şehzade Süleyman Paşa bir mermer sütunun dibinde oturarak gözleri karşıya dalmış düşünür. Yanında bulunanlardan Yakup Ece ki bahadırlığı dillere destan olmuş bir alp erendir:
"Ne tefekkür eylersiniz?" -Şehzadem, der; ne tefekkür eylersiniz? - Ayinei deryada feth-ü zafer müşahede eylerim... Fikrim budur ki bu deryayı öte geçem ve Rumeli'de vilayet açıp diyarı İslam eyliyelim... Sizler bu babda nice tedbir edersiniz ki dileğim yerini bula! -Şehzadem, önce şu Gazi Fazıl ile biz ikimiz geçelim. Görelim ne olur?.. -Peki, nereden geçersiniz? Ece Bey'le Gazi Fazıl şöyle cevap verirler: -Şurada bir yer vardır ki öte geçmeye yakındır! O yer Gürece'den aşağıda deniz kenarında "Viranca Hisar" dedikleri yerdir... Ece Bey'le Gazi Fazıl, geceleyin birkaç bahadır yiğit ile bir sala binip, karşı yakada Gelibolu'nun üzerinde Çermik Hisarı'na çıkarlar. Geceleyin bağlar arasında bir adam bulup bağlarlar ve geri Anadolu yakasına geçip tuttukları adamı Süleyman Paşa'ya getirirler. Süleyman Paşa adamın sırtına bir kaftan, açık başına bir başlık, yalın ayaklarına ayakkabı verir ve altın ihsan eder. Bu lütfu gören adam Süleyman Paşa'ya can ve gönülden muhabbet eder: -Şehzadem, öte yakaya geç, sana kılavuzluk edeyim, der. - Mümkün müdür ki düşman duymadan biz sizin hisarınıza girelim. - Ben sizi bir yerden iletirim ki kimse haberinizi almaz...
Bir karanlık gecede... Bunun üzerine derhal birkaç büyük sal yapılır. Her birine kırk yiğit koyarlar. Salın birine Süleyman Paşa, birine Yakup Ece ve Gazi Fazıl ve öbürlerine de Gazi Evrenos Bey ve Hacı İl Beyi binerler... Bir karanlık gecede Allah'ın inayetiyle Rumeli yakasına geçerler... Ve Rumeli'de artık Türkler vardır...
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 3:54 pm | |
| Alatini Köşkü'nde geçen sürgün yılları
Sultan İkinci Abdülhamid Han tahttan indirildiği o gün, 66 yaşını 7 ay ve 7 gün geçiyordu... Dışarıda bekleyen İkinci Ordu Kumandanı Hüseyin Hüsnü Paşa, İstanbul Merkez Kumandanı Albay Galip Bey ve eski Padişahı Selanik'e götürmek üzere muhafız tayin edilen Kurmay Binbaşı Ali Fethi Bey duydukları ses üzerine başlarını çevirdiler. Elinde sadece küçük bir çanta olan Sultan İkinci Abdülhamid Han kapıda görünmüştü. Binbaşı Fethi Bey hemen ilerledi. Selam verdikten sonra en öndeki arabanın kapısını açtı. Atını Padişahın arabasına doğru yaklaştırdı:
Talat Paşa'nın talimatları! - Hareket ediyoruz efendimiz, ferman-ı şahaneleri olacak mı? diye sordu. Hakan-ı sabık, sakin ve vakur bir şekilde, Osmanlı Devleti tarihindeki bu önemli devreyi, kalın ve tesirli sesiyle, şu sözlerle başlattı: - Cenab-ı Hak yolumuzda muinimiz olsun... Kırbaçlar şakladı. Arabalar karanlığa doğru hamle yaptılar... Sirkeci'ye varıldığında 6 vagonlu katar hazır bekliyordu. İstasyonun müdüriyet bölümünde bekleyen Talat Paşa, Fethi Beye son talimatları da verdi. Selanik'e kadar hiç durulmadan yol alınacaktı... Nihayet tren hareket etti. Saatler, gece yarısından sonra biri gösteriyordu... Bütün gece ve ertesi gün yola devam edildi. Edirne'den sonra Dedeağaç, Gümülcine, İskeçe, Drama ve Serez istasyonları geçildi. Verilen talimat gereği Selanik'ten bir önceki Kılkış İstasyonunda duruldu. Fethi Bey eski Padişahın vagonuna giderek, Alatini Köşkü'ne arabalarla gidileceğini arz etti. Vagondan inen eski Padişah, bütün aile fertleri arabalara bininceye kadar ayakta bekledi, en son olarak baştaki arabaya bindi. Atlı askerlerin refakatinde, gece karanlığında yola düşüldü...
Bir Padişahın gözyaşları... Alatini Köşkü'nün bahçesine girdiklerinde Selanik'te yatsı ezanları okunmaya başladı. Sultan, eliyle dışarıdakileri selamladı ve içeri girdi. Pencereleri tahta kepenklerle sıkı sıkıya kapalı köşkün kapıları da üstlerine kapanarak kilitlendi... Yaşlı Sultan namazını kılıp koltuktan bozma yatağına uzanırken, 3.5 yıl kalacağı bu yerde geçecek hayatının nasıl olacağını anlamış bulunuyordu. Tek bir mumun aydınlattığı odada için için ağlıyordu. Ama kendine değil, ülkesinin içine düştüğü karanlığa...
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 4:07 pm | |
| Türkün Rumelideki son kalesi: İşkodra
İşkodra kahramanları, 3 Aralık ateşkesine kadar 1.5 ay süren Balkan Savaşının ilk safhasında canla başla mevzilerini savunuyorlardı... Türk Doğu Ordusu Bulgarlar önünde bütün Trakyayı kaybederken, Rumelide ise kendisinin de emrinde olduğu Türk Batı Ordusu Kumanova, Pirlepe ve Manastırda peş peşe yenilgiler sonunda, Selanik düşman eline geçerken, İşkodrada direniş sürüyordu...
Yiyecek ve mermi sıkıntısı! 3 Aralık ateşkesinden bir hafta önce Sırplar bir tümenlerini de, ağır toplarla birlikte, İşkodra önlerine getirmişlerdi. Karadağlıları, Melisor (Hristiyan Arnavutlar) gönüllüleri de desteklemekteydi. Hasan Rıza Paşanın 30.000 kişiyi bulan şehir halkı ile 20.000 kişilik ordusu, her gün biraz daha yiyecek sıkıntısı çekerken, silahlarının mermisi azalıyordu. Buna karşılık düşman ordusu yeni gelenlerle kuvvetini arttırmaktaydı. Her şeye rağmen savunma başarı ile sürerken, 30-31 Ocak 1913 gecesi Hasan Rıza Paşa bir suikast sonucu öldürüldü. Katillerin 3 kişi olduğu söylenmiş, bunlardan ikisi yakalanmıştı ama, olay yine de karanlıkta kalmıştı. Hasan Rıza Paşanın öldüğü haberi düşman tarafından da duyulmuş ve 8 Şubat günü Karadağ ve Sırp kuvvetleri büyük bir taarruza girişmişlerdi. Üç gün arka arkaya süren bu saldırı, komutayı eline alan Arnavut Esat Paşa tarafından başarı ile geçiştirilmiş ve elden çıkan bazı mevziler, göğüs göğüse çarpışmalar sonunda, süngü hücumlarıyla geri alınmıştı.
Savunma sürüyordu ancak İşkodraya karşı bu üstün kuvvetlerle girişilen 31 Mart 1913 taarruzu da başarı sağlayamadı. Türk tabyalarının çoğu korkunç topçu bombardımanı altında harap olmuş, fakat asker yine de dayanmıştı. Halk ve asker arasında çoktan açlık başlamış, öldürücü hastalıklar önlenemez bir hal almıştı. Buna rağmen, savunma sürüyordu... Ancak, nereye kadar...
12.08.2005 | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 4:08 pm | |
| Bursa'da bir harp meclisi!..
Türkçede "Su uyur, düşman uyumaz!" diye bir atasözü vardır. Birinci Murad Han ki; cenk meydanında kılıcına sahip olduğu kadar hükümdarlıkta da uyanık bir insandı. Türklere karşı her zaman birleşebileceğini göz önünde tutarak Balkanlar'da casus bulundurmayı ihmal etmemişti... Ve bir gün, bunlar vasıtasıyla ittifak haberini alır almaz Bursa'da bir harp meclisi topladı. Sırp Kralı Lazar'ın Türklere karşı birleşme teşebbüsünü açıklayarak: - Sırplar'a karşı yeni ve çetin bir sefere hazırlanacağız!.. dedi ve düşüncelerini şöyle anlattı:
"Sırplar iyi dövüşürler" - Sırplar asker bir millettir!.. İyi dövüşürler... Sırp Kralı şu anda bize karşı savaş hazırlığı yapmaktadır... Belki yer yer başarılar, zaferler kazanabiliriz. Fakat Sırp ordusunu kesin yenilgiye uğratamayız. Çünkü Bulgarlar her zaman için arkamızdan vurabilirler!.. Kumandanlardan biri: - Biz düşmanın saldırmasını mı bekleyeceğiz? diye sordu. Sultan Murat: - Hayır dedi... Bizim yapacağımız düşmanlarımızı birleşmeden tepelemektir... Bilakis onlardan önce taarruza geçeceğiz... Ve ilkin Bulgarlar'ı ittifakın dışında bırakacağız!.. Bursa Harp Meclisinde ilk hedef olarak Bulgaristan üzerine yürümeye karar verildi ve bu işe Vezir Çandarlı Ali Paşa ile Akıncı Beyi Timurtaş Paşazade Yahşi Bey memur edildi. Bursa'daki harb meclisi, karar verir vermez, Vezir Çandarlı Ali Paşa Rumeli'ye geçti... 1389 baharında ilkin Doğu Trakya ile Bulgaristan arasındaki bütün geçitleri tuttu ve Çalıkavak deresinden geçerek Şumnu ile Pravadi arasından Bulgaristan'a girdi... 40.000 kişilik bir kuvvetin başında idi... Bu kırk bin cengaverin vazifesi Bulgarları yerinde tutmak, ittifaka sokmamaktı.
Bulgar Kralı pes etti!.. Yahşi Bey 5.000 kişi ile Pravadi üzerine, Ali Paşa da 35.000 kişi ile o zamanlar Bulgaristan'ın merkezi olan Tırnava üzerine yürüdüler. Yahşi Bey Pravadi'ye kılıçla girdi. Şumnu teslim oldu. Bulgar Kralı Yuvan Şişman, Tırnava'yı müdafaa edemeyeceğini anlayarak Niğbolu Kalesi'ne çekildi ve oradan aman diledi. Silistre Kalesi'ni Türklere bırakarak ittifaktan ayrıldı. Artık Türklerin işi kolaydı... | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 4:10 pm | |
| Adsız sansız bir tayfa Karamanlı Muhyiddin
Yıl: 1465... Yer: Gelibolu Karamanlı Mehmed Alinin akıllı oğlu daha kundaktayken laftan anlar, insanın yüzüne bilmiş bilmiş bakar. Mahalle mektebini vaktinden evvel bitirir, ulema sohbetlerinde diz kırar. Elbette herkes çocuğunu sever ama o günlerde din, devlet, millet dendi mi duran sular akar. Mehmed Ali Bey oğlunu cihad mektebinde pişsin deyü kardeşinin (Kemal Reisin) yanına katar (1481). Kemal Reis yeğenini asker evladlarıyla bir tutar, amcana bile güvenme der, bir başka kadırgaya yollar. Ol kadırganın kaptanı ne hatır tanır, ne de naz. Muhyiddini leventlerle birlikte yedirir, içirir, hususi kamaralara değil, sıradan bir koğuşa yollar. Garibim kâh patates soyar, kâh güverte yıkar, herkes gibi raspa sıyırır, kalafat yapar. Bu arada kendisi gibi çocukluktan yeni yeni kurtulan delikanlılarla boğuşur, omuzu genişlemeye, bileği güçlenmeye başlar. Bu gençlerin henüz bıyıklarında tarak durmaz ama ölümüne dövüşür, hayatı kavga ile geçen Sen Jan Şövalyelerini bile korkuturlar. İki koca yıl böyle geçer ve Muhyiddin anlatılamayacak dostluklar yaşar. Defalarca birbirlerinin canlarını kurtarır, lokmalarını paylaşırlar. Doğrusu levent olmaktan memnundur, dahasını da arzulamaz.
Doğuştan ressam Ha, bu arada söylemeden geçmeyelim kahramanımızın eline kalem yakışır, her cenkten sonra defterini açar, yaşananları resimlemeye bakar. Adalar, yarımadalar, tekneler, toplar artık ne varsa... Dalgaların boyunu, rüzgârın yönünü dahi gösterir, hiç bir detayı atlamaz. Zaten o devrin haritaları çizgiden ziyade resimdir, hatta biraz da hayal. Haritacı efsanelere de yer verir acaib kayaları, garaib mahlukları da karalar. Hem siyaset ve iktisattan da bigane kalamaz, sefer nereye açılacak, vergi kimden alınacak, buralarda hangi kavimler yaşar, neye inanırlar? Zaten Osmanlı bu yüzden haritaya suret-ül erd (yerküre resmi) adını takar. Muhyiddin, önceleri kağıt ve parşömen kullanır ancak bunlar suya ve neme dayanmazlar. Saçını sakalını deryada ağartan bir levent bak Muhyiddin der, bana sorarsan deri kullan. Zira deri ne rutubetten etkilenir, ne tuzdan. Kaldı ki saklaması kolaydır, dür kıvır bir şeycik olmaz. Evet bu deri işi mantıklıdır ama elinden tutan olsa... Şimdi garip tayfa deriyi nerden bula?
Kaptan Baba İşte zorlu bir cenkten sonra yine herkes köşesine çekilir, dinlenip soluklanırlar. Arkadaşları yaralarını sararken Muhyiddin defterini çıkarır, dost birlikleri, düşman gemilerini filan karalar. Bir ara kapı gıcırtıyla aralanır ve yanı başında bir gölge uzar. Ensesine dikilip resmini seyreden şahsın Kemal Reis olduğunu nedeeen sonra anlar. Derhal ayağa fırlar, üstünü başını toplar. Ortada bir suç da yoktur ama emmisi mânâlı mânâlı başını sallar. Onu bir el hareketiyle peşine takar. Birlikte baş kalyona gider, kaptan köşküne çıkarlar. O gün geçmek bilmez, bırakın dakikaları, saniyeler akmaz. Nitekim delikanlı bütün cesaretini toplar ve amca diye fısıldar. -Burda amca, dayı yok, bana herkes gibi hitap et, ayrıcalık çıkarma! -Pe... peki Kaptan Baba... -Evet? -Diyorum ki müsaade etseniz de gitsem. -Hayır, bundan sonra benimle kalıyorsun, burada!
Eğitim şart! Muhyiddin nasıl yıkılır anlatılamaz, arkadaşları gülüş çığırış birbirlerine takılırken, omuz omuza karavana kaşıklarken, seren direklerine tırmanırken, halatlara yapışıp kuş gibi uçuşurlarken o burada... Haritalar, pusulalar arasında... Kemal Reis yeğenini yanından ayırmaz, ara sıra dümen başına geçirip takibe başlar. Hem, istişare toplantılarına Muhyiddini de sokar ve sırası geldiğinde konuş gibilerinden yüzüne bakar. İki hafta, üç hafta, belki bir ay... Nihayet bir gün elini, yeğeninin omzuna koyar ve sıkıldın mı? diye sorar. -Sıkıldım. Yalanı yok ya. -Bak Muhyiddin bu milletin levente değil kaptana ihtiyacı var. Bugün baskın yeyip dağılsak, yarın bin yiğit bulmakta zorlanmam. Ama kaptanlarıma bir hal olursa filo çöker, yerlerini dolduramam. -Beni kaptan yapmayı mı düşünüyorsunuz yoksa? -Doğrusu başlangıçta tereddütlerim vardı, artık acabam kalmadı. Eline gönye pergel yakışıyor, harita okumasını çabucak kaptın. Ancak daha öğrenecek çok şeyin var, denizin rengini, rüzgarın dilini okumalısın. Gel bana çırak ol, (eliyle sarığına dokunur) bu tecrübe zayi olmasın.
Deryanın piri -Halbuki ben leventlerle birlikte kalmayı düşmana yalınkılıç dalmayı arzulardım. -Kavganın içinde olan kaç kafir kırar? -Belli mi olur, bir iki... Çok olsun da altı yedi... -Ama kaptan tek manevra ile zafer kazanır. Aksi de muhtemel tabii, yaptığı hataların bedelini yüzlerce civan öder, pişmanlık kemend olur gırtlağını sıkar. -Ben vebalden korkarım. -Kim korkmaz. Lakin o mertebeye varmadıkça istesen de emir yetkisi alamazsın. Ama senden iyisi yoksa bir yere de kaçamazsın! İşi ehline verir mesuliyeti omzuna yıkarım. -Büyük iş. -Farkındayım ve sen de küçük değilsin! Askerin halinden anlaman için onlarla düşüp kalkman lazımdı, bunu yaptın. Artık donanmanın piri olmalısın, topun, barutun yelkenin piri... Pusulanın, haritanın piri... -Piri mi? -Evet Piri... Şimdi seni Becaye kentine yollayacağım, üç beş yıl medrese tahsili almalısın. -Üç beş yıl ha. -Ya ne sandın? Seyyid Muhammed Tuvattî büyük bir âlimdir, onun huzurunda kalbini ve kulağını iyi aç. Hem manevi makamlara yürümeye çalış, hem de tarih coğrafya ve matematikte zirve olmaya bak...
27.12.2005 | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 4:16 pm | |
| İlk reis ilk donanma Çavuldur oğlu Çaka ********************************** Çaka Bey, İzmiri kışlaya çevirmez, aksine alabildiğine sivilleştirip tacirlere açar. Karargâhını körfeze tepeden bakan Kadifekaleye kurar, kimsenin tavuğuna kış demez, ahalinin işine karışmaz. İzmirliler de ona yardımcı olur, mesela bir tekne çaktırmayı düşündüğünde emrin olur der, yardımına koşarlar. Çaka Bey teknesiyle Egeyi turladığı günlerde Bizansa ait bir kalyonu ele geçirir. Şu işe bakın ki Alexi Kommenin kızı Anna gemidedir. Çaka Bey babasından çok çekmiştir ama kızını aşağılamaz. Bir servet kaldırabileceği halde onu pazarlık vesilesi yapmaz. Genç prensesi yedirir, içirir, sultanlar gibi ağırlar. Peki Anna, Çakaya?.. Yoo hayır, hayır! Aşık filan olmaz, ancak Türk hanımlarının nezaketine zarafetine vurulur, onlar arasında unutamayacağı günler yaşar. Türkleri bozkırdan kopan barbarlar olarak tanıyan kızcağız, iğneli fıçılarda yuvarlanacağını sanmıştır, gördüğü misafirperverlik karşısında lal olur, duygularını anlatacak kelime bulamaz. Anna Kommen ülkesine döner dönmez odasına kapanır ve hatıralarını kitaplaştırmaya bakar. İşte o günden sonra Çaka Bey bir efsane olur, belki de bu yüzden Urla, Çeşme, Sığacık ve Foça Türklere kapılarını açar.
İlk donanma Gün gelir, Çaka Bey, İzmir tersanesinde yaptırdığı 40 tekne ile deryaya açılır, ki tarihçilerimiz bunu ilk Türk donanması sayarlar. Bir başka ifade ile Türk Deniz Kuvvetleri o gün doğar. Çaka Bey yenilmez denilen Haçlı armadasını yener (Koyun Adaları Zaferi), alınmaz denilen Midilliyi alır, topraklarına katar. Bizanslı Amiraller (Niketas ve Dalassenus) şaşkınlıktan yüzlerini yolar, çobanlara (Türklere öyle derler) yenildiklerine inanamazlar. Lâkin Alexi Kommen dövüşe doymaz, Amiral Konstantin adlı bir deniz kurdunu Türklerin üzerine yollar. Donanmada 500 kadar Flandrlı şövalye vardır, bunlar çok tecrübeli ve pek acımasızdırlar. Türkler tekneleri birbirlerine bağlar ve adeta bir duvar şeklinde düşmana saldırırlar. Hep bir ağızdan tekbir getirir, deryayı çınlatırlar. Kemankeşler alevli oklarını Rumların akıl erdiremediği mesafeden menziline ulaştırır, yelkenleri tutuşturmayı başarırlar. Amiral üzerlerine doğru gelen hilalin uçtan uçtan kapanmaya başladığını hissedince düştüğü tuzağı anlar. Anlar ama neye yarar? Postu para eden soylular Çaka Beyin elinden kurtulamazlar. Rumlar biraz da kendilerine eder, leventleri çok abartır, bir zaman sonra uydurdukları canavardan korkar olurlar. Namı yürüyen Çaka, Sisamı, Rodosu zorlamaya başlar. Bu nasıl bir şöhretse imparatorun yakalayıp getirin diye üzerine yolladığı amiraller alakasız yerlerde turlar, bir türlü karşısına çıkamazlar. Çaka Bey bunların Sakızda konakladıklarını duyunca adayı sarar. Bu arada Niketas Kastamonites komutasında ki dev donanma da onları kuşatır, iki arada bir derede kalırlar. Çaka Bey, o gece çok iyi yüzen yüz genci deryaya salar. Bunlar balık sessizliği ile Rum gemilerine ulaşır ve gövdelerinde delikler açarlar. Ortalık karıştığında ambarları su dolan tekneler yerinden oynayamaz. Pek azı kurtulabilir, çoğu çıra gibi yanar. Çaka Bey, Çanakkale ve Trakyayı ele geçirip Marmaraya açılır ve gün gelir İstanbul civarını yol yapar. Bu arada ahali Alexi Kommenden bıkar, kurtulmaya bakarlar. Zira angaryalar katlanarak artar, yağmacı askerler durdan çüşten, vergi memurları vardan yoktan anlamazlar.
Manyağa bak! Çaka Bey İzniki elinde tutan Ebû-l Kâsım ile de dostane münasebetler içindedir. Yetmez Balkanları mekan tutan Peçeneklerle de anlaşır, onları örgütleyip Bizansı bunaltmaya başlar. İmparator da az anasının gözü değildir, o da bir başka Türk kavmi olan Kumanları ayartır, kuşaklarına keseleri sıkıştırıp Türkü Türke kırdırmaya bakar. Kumanların liderleri Manyak (adam hakkaten manyaktır) altının kızılına kardeşlerinin kanını satar. Peçenekleri beşiğindeki bebeğine kadar kırar, fidan boylu kızları, ak saçlı kocamışları kana boyar. Bu namert Türkün Türkten başka dostu yok sözüne limon sıkar. Alexi Kommen, Manyakın ardından yine Türk asıllı Tatiki Megas Primikerios unvanıyla allar pullar, Selçukluların üstüne salar. Bu fitneci dönek de belden aşağı vurur ve çok can yakar.
Vade dolunca... Aradan yıllar geçer, Sultan Kılıç Arslan, Çaka Beyin kızıyla evlenir, Selçuklu İznikte kök salar. İzniklilerle İzmirliler el ele verip İstanbulu sallamaya başlarlar. Edremiti zorlanmadan ele geçirir ve Boğaz kalelerinden Aydosu kuşatırlar. Türkler bu küçük hisarı kolayca alırlar ama... Çaka Beyi kaybettikten sonra neye yarar (1095). Bir avuç adamıyla büyük işler başaran ve sayısız tuzaktan kurtulan Çaka Bey en güçlü anında ve kaale bile alınmayacak bir düşman karşısında... Ecel işte... Demek ki vadesi dolar... Aslında Anadolu Selçukluları eskiden beri denizlere açılmayı arzularlar ama artan Moğol baskıları yüzünden bu hamleyi ertelemek zorunda kalırlar. Sultan Alaeddin Keykubat, Alanya ve Sinop tersanelerinde sağlam, zarif ve süratli gemiler inşa ettirse de Ege ve Akdenizde arzuladığı güce ulaşamaz. Çaka Beyin şehadeti ile denizciliğimiz ciddi bir yara alır, bu bayrağı iki asır sonra Karesi ve Aydınoğulları (özellikle Umur Bey) dalgalandırırlar.
30.11.2005 | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 4:28 pm | |
| SIM BİN SÂBİT (Radıyallahü Anh) Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından ve muhariblerinden. Âlim ve edip bir zât. İsmi Âsım bin Sâbit bin Ebil Eklah-il-Ensârî olup, künyesi Ebû Süleymandır. Annesi Şemûs binti Ebî Âmirdir. Hayatını dîni İslâm uğruna savaşlarda geçirdi. Vefatından sonrada Allahü teâlâ onu müşriklerden muhafaza etti. Doğum tarihi belli değildir. Âsım (r.a.) hicretten önce îmân etmişdir. Ensârdan, yani Medinelidir. Nazil olan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfleri hemen ezberlerdi. Bir oğlu Muhammeddir. Bir oğlu da meşhûr Arap şairi Ahvasdır. Kız kardeşi Cemile binti Sâbit, Hz. Ömerin hanımıdır. Hz. Ömerin oğlu Âsım bin Ömer bu hâtûndan dünyâya gelmiştir.
Âsım bin Sâbit (r.a.) hicretin dördüncü (m. 625) senesinde vuku bulan Uhud gazâsından sonraki Recî vakasında şehîd olmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.) muhacirlerden Abdullah bin Cahş (r.a.) ile onu kardeş yapmıştır.
Peygamberimiz (s.a.v.), Bedir gazasının gecesinde Eshâb-ı kirâma nasıl harb edileceğini, harbde hangi usûlü takib edeceklerini sordu. Âsım bin Sâbit (r.a.) eline yayı ve oku aldı. Yâ Resûlallah, Kureyş kavmi ikiyüz zira (100 m.) veya daha yaklaştıkları zaman yayla okları kullanırız. Kureyşliler bize ve onlara taş yetişecek kadar yakınımıza geldikleri zaman taşla mücâdele ederiz, taşlarız. Kureyşliler, bize ve onlara mızrak yetişecek kadar yakınımıza geldikleri zaman kırılıp, parçalanıncaya kadar mızrakla mücadele ederiz. Kırılınca mızrağı bırakırız dedi. Kılıcını alıp kuşandı ve onu sıyırarak Kılıçlarımızı sıyırır ve de kılıçla çarpışmağa tutuşuruz dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) bunu beğendiler ve Harbin icâbı budur. Bu tarzda çarpışılması lâzımdır. Çarpışan ve vuruşan Âsımın çarpışmam gibi çarpışsın, buyurdular. Bedir harbi bu şekilde yapıldı ve meleklerin de yardımıyla Allahü teâlâ zafer ihsan eyledi. Âsım bin Sâbit (r.a.) bu gazada Kureyşin ulularından Ukbe bin Muayti öldürdü. Bu Ukbe Mekkede Peygamberimizi (s.a.v.) boğmaya kalkmış ve hayatına son vermek için çalışmış azılı müşriklerden (puta tapanlar) idi. Peygamberimizin (s.a.v.) hicreti üzerine Ey Kusvâ (Peygamberimizin (s.a.v.) devesinin adı) adındaki devenin binicisi, hicret edip bizden uzaklaştın. Fakat pek yakında beni atlı olarak karşında göreceksin. Mızrağımı size saplayıp, onu kanınızla sulayacağım. Kılıçla hiç örtülü yerinizi bırakmayacağım. Mânâsına gelen beytler söyledi. Peygamberimiz onun bu sözlerini işitince, Allahım onu yüzü koyun, burnunun üzerine düşür diyerek duâ etti. Ukbe bin Ebî Muayt, Bedirde Kureyş ordusunun yenildiğini anladığı zaman kaçıp kurtulmak için atını sürdü. Fakat hayvan hiçbir şey yokken birden ürkmüş ve Onu yere vurmuştu. Resûlullahın duası ortaya çıkmıştı. Abdullah bin Seleme (r.a.) de onu esir etmişti. Peygamberimiz (s.a.v.), Âsım bin Sâbite (r.a.) Ukbenin cezalandırılmasını emretti. Ukbe: Yazıklar olsun sana ey Kureyş cemaati. Şunlar arasında neden bir tek ben öldürülüyorum? dedi. Peygamberimiz, Allah ve Resûlüne olan düşmanlığından dolayı buyurdu. Ukbe Yâ Muhammed, kavminden herkese yaptığını bana da yap. Onları öldürürsen beni de öldür. Onlara emân verirsen bana da emân ver. Onlardan kurtulmaları için para alırsan, onlar gibi benden de al. Yâ Muhammed, Sen beni öldürürsen, küçüklere kim bakacak? dedi. Peygamberimiz: Sen hele Cehenneme girmeye bak, onları Allaha bırak. Ey Âsım git onun boynunu vur buyurdu. Âmr gidip Ukbenin boynunu vurunca Peygamberimiz: Vallahi; Allahı, Resûlünü ve Kitabı (Kurân-ı kerîm) inkâr eden, Peygamberini işkenceden işkenceye uğratan senden daha kötü bir adam bilmiyorum. Allahü teâlâya hamd ederim ki, senin ölümünden dolayı gözümü aydınlattı. buyurdu.
Âsım bin Sâbit (r.a.) Uhudda bulundu ve Resûlullahın (s.a.v.) has okçularından idi. Âsım bin Sâbit (r.a.) Uhudda, Resûlullahın (s.a.v.) yanından bir an ayrılmayan ve Onunla beraber sebat eden ve ölseler dahi Peygamberimizden (s.a.v.) ayrılmamak üzere bîat eden bahtiyarlardandı. Bu gazada müşriklerin sancaktarlarından Müsâfi bin Talha ile kardeşi Hâris bin Talhayı ok ile öldürdü. Bunların anneleri Selâfe binti Sad Hz. Âsımın kafatasından şarap içmeğe nezr ederek yemin etti ve Onun başını kendisine getirene yüz deve vermeği vad etti. Lihyanoğulları, Adal ve Kare kabilelerine giderek; zekâtlarını teslim almak ve İslâmiyeti öğretmek için Eshâb-ı kirâmdan bazılarını göndermesi için Peygamberimize (s.a.v.) aracı olarak haber vermelerini istediler. Asıl maksatları ise Gelecek olan Eshâbdan bazılarını, öldürülen adamımız Hâlid bin Süfyân yerine öldürür, intikamımızı alırız. Diğerlerini de Mekkeye götürür Kureyşe satarız. Kureyşin Bedirde öldürülen adamlarına karşı Muhammedin Ashâbından kendilerine getirilecekleri işkence ile öldürmeleri kadar hoşlarına gidecek bir şey yoktur dediler. Adal ve Kare kabilesinden altı (veya yedi) kişi Medineye gelerek Peygamberimize (s.a.v.): Yâ Resûlallah, İslâmiyet, kabilemiz içinde yayılmaya başladı. Eshâbından bazılarını bizimle beraber gönder de onlar bize İslâmiyeti anlatsınlar. Kurân-ı kerîmi ve şeriatı öğretsinler diye ricada bulundular. Peygamberimiz Uhuddan sonra Kureyş müşriklerinin ne yaptıklarını, yeni bir hücum hazırlığı içinde olup olmadıklarını araştırmak ve ona göre tedbir almak üzere; Eshâbdan bazılarını araştırma ve istihbaratla vazifelendirip, Mekkeye göndermeye hazırlamış bulunuyordu. Bu birlikde on kadar Sahâbî bulunup isimleri bilinenler şunlardır: Mersed bin Ebî Mersed, Hâlid bin Bükeyr, Âsım bin Sâbit, Abdullah bin Târık, Hubeyb bin Adiy, Muattib bin Ubeyd, Zeyd bin Desinne (radıyallahü anhüm ecmaîn). Bunların emirleri Âsım bin Sâbit (r.a.) olup, hicretin dördüncü yılı safer ayında davetçilerle birlikte Medine-i Münevvereden yola çıktılar. Bu kafile Hicaz bölgesinde Hüzeyllilere ait bir su başı olan Recîe geldiklerinde kendilerini götürenlerin ihanetine uğradılar. Buraya kadar geceleri yol alıp gündüzleri gizlenmek suretiyle seher vakti gelmişler, namazlarını kılmışlar ve orada Medineden yanlarına azık olarak aldıkları iyi cins Medine hurması yiyerek çekirdeklerini de oraya atmışlardı. Oradan ayrıldıkları zaman, Hüzeyl kabilesinden çobanlık yapan bir kadın hayvanlarını sulamak için Recî suyuna uğramış, oradaki hurma çekirdeklerini görünce bunların Medine hurması olduğunu anlamış ve kabilesine haber vermişti. Bu sırada Eshâb dağda gizlenmişlerdi. Kendilerini davet edenlerden birisi de bir bahane ile ayrılmış ve Lihyanoğullarına haber vermişti. Lihyanoğullarından, yüz kadarı okçu olmak üzere ikiyüz kişi Eshâb-ı kirâmı (r.a.) aramaya başladılar. Recî suyu başına geldiklerinde Eshâbın yanlarına azık olarak aldıkları ve yedikleri hurma çekirdeklerini buldular, (Medine hurmasının çekirdeği küçük ve ince uzundur) bunların Eshâb-ı kirâma ait olduğunu anlayıp, izlerini takip etmeye başladılar. Nihayet Âsım bin Sâbit (r.a.) ve arkadaşlarını dağın tepesinde buldular, etraflarını çevirdiler. Bu arada on Sahabînın ahvalini müşriklerin başı Süfyâna haber veren şahıs, küffar tarafına geçti. Eshâb-ı kirâm o anda hileyi anlayıp aldatıldıklarını bildiler. Eshâb-ı kirâm kılıçlarını çektiler ve harb etmeğe karar verdiler. Bunu anlayan kâfirler Eshâb-ı kirâmı kandırmaya çalışıp, Eğer yanımıza inerseniz, hiç birinizi öldürmeyeceğiz. Kesin söz veriyoruz. Vallahi sizleri öldürmek istemiyoruz. Fakat size karşı Mekkelilerden fidye koparmak istiyoruz dediler. Âsım bin Sâbit, Mersed bin Ebî Mersed ve Hâlid bin Ebî Büheyr. Hiç bir zaman müşriklerin ne sözlerini ne de akidlerini kabul ederiz diyerek müşriklerin tekliflerini reddettiler. Âsım bin Sâbit (r.a.) Ben hiç bir zaman müşriklere el sürmemeğe ve himayelerini kabul etmemeğe yemin ettim, sözüm vardır. Vallahi kâfirlerin himayelerine ve sözlerine kanarak aşağı inmem ve kâfirlere teslim olmam dedi. Ellerini açtı Allahım Peygamberini durumumuzdan haberdar et diyerek duâ etti. Allahü teâlâ, Hz. Âsımın duasını kabul buyurdu ve Resûlullah (s.a.v.), onlardan haberdar oldu.
Âsım (r.a.) müşriklere Biz ölmekten korkmayız. Çünkü dinimiz de basiretliyiz (ölünce şehîd olur cennete gideriz) buyurdu. Süfyân Ey Âsım, kendini ve arkadaşlarını zayi etme teslim ol diye bağırdı. Âsım bin Sâbit (r.a.) ok atmak suretiyle cevap verdi. Ok atarken:
Ben güçlüyüm hiç eksiğim yok. Yayımın kalın teli gerilmiştir. Ölüm hak, hayat boş ve geçicidir. Mukadderatın hepsi başa gelicidir. İnsanlar er-geç Allaha rücû edicidir.
Eğer ben sizinle çarpışmazsam anam (üzüntüsünden) aklını kaybeder. Mısralarını okuyordu. Âsımın (r.a.) sadağında yedi ok vardı: Attığı her ok ile bir müşriki öldürdü. Oku bitince bir çok müşriği mızrağıyla delik deşik etti. Öyle bir an oldu ki mızrağı da kırıldı. Hemen kılıcını sıyırdı, kınını kırıp attı. (Bu ölünceye kadar döğüşeceğim, teslim olmayacağım mânâsına gelirdi.) Sonra da: Ey Allahım ben (bugüne kadar) senin dînini hıfz ettim (sakladım). Senden bu günün sonunda benim etimi (vücudumu) koruyup, hıfzetmeni niyaz ediyorum, diye duâ etti. Çünkü Uhudda öldürdüğü iki kardeş olan Hâris ve Mûsâfi bin Talhanın anneleri Hz. Âsımın kafatasında şarap içmeğe yemin etmiş ve kafasını getirene yüz deve vermeği vad etmişti. Müşrikler bunu biliyorlardı. Âsım bin Sâbitin (r.a.) Allah, Allah nidaları diğer Eshâbın nidaları dağları inletiyordu, ikiyüz kişiye karşı on mücâhid ölesiye çarpışıyor, yanlarına yaklaşanlar yaptıklarının cezasını görüyorlardı. Âsım (r.a.) en sonunda iki ayağından yaralanıp yere düştü. Kafirler, Âsım bin Sâbitten (r.a.) o kadar korkmuşlardı ki yere düşünce dahi yanına yaklaşamadılar uzaktan ok atarak şehîd ettiler. O gün orada mevcut bulunan on Sahâbîden yedisi şehîd oldu, üçü de esir edildi. Lihyanoğulları Sülâfe binti Sada satmak için Âsım bin Sâbitin (r.a.) başını kesmek istediler. Fakat Allahü teâlâ, Hz. Âsım bin Sâbitin duasını kabul buyurdu ve mübârek cesedine müşrikler el süremediler. Allahü teâlâ bir arı sürüsü gönderdi. Bulut gibi Âsım bin Sâbitin (r.a.) üzerinde durdular. Hiç bir müşrik yanına yaklaşamadı. Bırakın akşam olunca arılar onun üzerinden dağılır, biz de başını keser alırız dediler. Akşam olunca Allahü teâlâ: hiç yoktan bir yağmur gönderdi. Görülmemiş bir yağmur yağdı. Sel geldi ve Âsım bin Sâbitin (r.a.) mübârek cesedini alıp götürdü. Cesedin nerede olduğu bilinemedi. Ne kadar aradılarsa da bulunamadı. Bunun için müşrikler Âsım bin Sâbitin (r.a.) hiçbir yerini kesmeye muvaffak olamadılar. Arıların, Âsımı (r.a.) korudukları hâdisesi zikredildiği zaman Hz. Ömer (r.a.): Allahü teâlâ elbette mümin kulunu muhafaza eder. Âsım bin Sâbit, sağlığında da müşriklerden nasıl korundu ise Allahü teâlâ da ölümünden sonra onun cesedini muhafaza edip müşriklere dokundurmadı buyurdu. Bunun için Âsım bin Sâbit (r.a.) anılırken Arıların koruduğu kimse diye anılırdı.
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-Evliyâ cild-1, sh-110 2) Tabakât-ı İbn-i Sad cild-3, sh-462 3) El-İsâbe cild-2, sh-244 4) Kâmûs-ül-Alâm cild-4, sh-3045 5) El-Alâm cild-3, sh-248
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 4:36 pm | |
| Süleyman'dan hakkın alır karınca"
Kanuni Sultan Süleyman, Seyhülislam Ebüssuud Efendi'den, manzum bir beyitle, Topkapı Sarayının bahçesindeki meyve ağaçlarına zarar veren karıncaların yok edilmesinin dinen caiz olup olmadığını sordu. Beyit şöyle: "Dirahta ger ziyan etse karınca Günah var mıdır anı kırınca?" (Eğer karınca ağaca zarar verir, onu kurutursa onu yok etmenin bir günahı var mıdır?) Şairliği de bulunun Ebüssuud Efendi, manzum soruya manzum bir cevap verdi: "Yarın Hakkın divanına varınca, Süleyman'dan hakkın alır karınca..." ***
Vali Rüstem Paşa Kanuni Sultan Süleyman, kızı Mihrimah Sultan'ı; zeki, bir devlet adamı olan Rüstem Paşa'ya vermek istiyordu. Rüstem Paşa bu sırada Diyarbakır Valisiydi. Saraya damat olacağı duyulunca hakkında bir sürü dedikodu çıkarıldı. Bunların en önemlisi, Rüstem Paşa'da cüzzam hastalığı bulunduğu iddiasıydı. Kanuni, sarayın hekimbaşını çağırarak cüzzam hastalığının en çok tanınan belirtisinin ne olduğunu sordu. Hekimbaşı, cüzzamlı bir kimsede bit barınamayacağını söyledi. Bunun üzerine Diyarbakır'a adamlar gönderildi. Bunlar gizlice Rüstem Paşa'nın çamaşırlarını kontrol ettiler ve bite rastladılar. Böylece Rüstem Paşa'nın cüzzamlı olmadığı anlaşıldı.
Bahtı açık olunca... Bu hadise üzerine devrin bir şairi şu beyti söyledi: "Olacak bir kimsenin bahtı kavi, talihi yar, Kehlesi (bit) dahi mahallinde onun işe yarar." (Bir kimsenin bahtı açık, şansı da yaver olursa, onun biti bile yerinde, zamanında işe yarar, yükselmesine yardım eder.) | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 4:39 pm | |
| Irkçılar arasında Vivian Malone
Haziran 1963... Yer: Alabama Derin beyazların, eyalete hakim oldukları yıllar... Şu işe bakın, iki siyah Devlet Üniversitesinde okumaya kalkar, kayıt bürosuna gelip lüzumlu evrakları alırlar. Vali George Wallace zencilerin yasak bölgeye sızacağını duyunca kanı donar. Nasıl olur da ırkçıların kalesi sayılan Alabama Üniversitesine iki pislik (!) kayıt yapar? Başak benizli, sarışın, kızıl, kumral, çakır gözlü, ela bakışlı, çilli ya da çilsiz çocuklar arasında mürekkep lekesi gibi iki siyah! Bu cüretkâr hamleyi, küstahlık, kalkışma, diklenme, isyan olarak değerlendirir ve eyaletin bekası açısından hadiseye el koyar. Hukuken yapacağı pek bir şey yoktur ama hukuksuzluk adına elinden geleni ardına komaz. Hani yıllar evvel (1956) Autherine Lucy adlı zenciyi nasıl yıldırıp okuldan kovdularsa...
Dişli vali Başkan Kennedy olaya Washingtondan müdahaleye niyetlenirse de Vali Wallace başkan maşkan sallamaz. Federal hükümetin, eyaletlerin eğitim politikalarına karışmaya hakkı yok der, merkezi dinlemeyeceğini açıklar. Kennedy iki garip çocuğun polis zincirini aşamayacağını bilir, ki yandaşlarının şakşaklarıyla kör olan ırkçı valinin kan dökmesinden korkar. Ondan sonra al başına yeni bir kaos, direnişler, grevler, boykotlar... Bu yüzden Alabamaya ulusal muhafızları göndermeli, hiç değilse kayıtlarını yaptırıncaya kadar gençlere eskort olmalıdırlar. Ancak vali muhafızları eyalet sınırından içeri sokmaz. Kendisine tezahürat yapan ırkçılara vali kaldığım sürece buraya tek siyah bile adım atamayacak sözü verirken heyecanla göğsünü yumruklar, salyalar mikrofona sıçrar. Kennedy bu oldu bittinin altında kalmaz, büyük salahiyetlerle donattığı Adalet Bakanı Yardımcısı Nicholas Katzenbachı Alabamaya yollar. Ancak Vali onu da yıldırır, sen bu işe karışma der ve resmen kovar. Bakan yardımcısı ırkçıların saldırganlığından tırsar, eşinin ve çocuklarının sıhhati açısından geri adım atar. Valiye yaranmayı düşünen polis şefleri iki gencin üzerine kurt köpeklerini salmaktan yanadırlar, ancak öğretim üyeleri bizim işimiz bilim, kapımız öğrenmek isteyen herkese açık. Irkı ne olursa olsun, isterse talebe bile olmasın, bildiklerimizi sakınacak değiliz ya der, kendilerine yakışanı yaparlar. Vali kolluk gücü gibi üniversite kapılarını tutar. Kayıtların kapanmasına saatler kala zaptiye zap zap hesabı bir o yana bir bu yana koşar. Nitekim beklenen an gelir. Cadde tarafında Vivian Malone ile James Hood görünür. İki genç ağır adımlarla kapıya yaklaşırlar. Vivian boylu poslu dünyalar güzeli bir kızdır. Hani karabiberim diye uğruna şarkı yakılanlardan. Fedakârca öne geçer ve kendini siyah kardeşine siper yapar. Manken edasıyla yürür, saçlarını bir o yana bir bu yana sallaya sallaya kuşatmayı yarar. O kadar kararlıdır ki polisler tutulur kalırlar... Vali Wallace iş başa düştü deyip kapıya dayanır, kollarını iki yana açar. Ancak Mis Vivian onu bakışlarıyla öyle bir aşağılar ki nasıl anlatıla? Sanki yakasından fiskeyle sinek kovar... Valiyi elinin tersiyle iter ve adımını kampüse basar. Dakka: 1 Gol: 1. Evet ilk raundu zenciler alırlar. Irkçı Vali işin peşini bırakacak değildir, servisler, öğrenci yurtları ve üniversite yönetiminden sözünü dinleyenleri, gençlerin peşine takar. Amansız bir yıldırma harekatı başlar. James ne yazık ki baskılara dayanamaz ve Huntsville Üniversitesine yatay geçiş yapar. Vivian ise her sabah mevziye yürür, kurtarılmış bölgede bir başına cenge çıkar. Saçını boya, krem mrem kullan, göze batma diyenlere inat, inandığı gibi yaşar, zaferine zafer katar. O elbette arkadaşlarından daha fazla çalışmak zorundadır, işini şansa bırakamaz. Nitekim bileğinin hakkıyla diplomasını alır (1965) ve Adalet Bakanlığında uzman olarak işe başlar. Alabamada ırkçıların gücü kolay kolay azalmaz. Vali olacak fanatik, 1987 yılına kadar makâmını kaptırmaz. Hatta 4 kez başkanlığa oynar. O ve ekibi Teksas, Louisiane, Güney Carolina Mississippi gibi güney eyaletlerinden tulum çıkarırlar. Ancak gün gelir yaşlanır, siyaseti bırakır. Hastane köşelerinde pineklerken bazı şeylerin farkına varır. Şimdiki aklı olsa torunu yaşında bir kızcağızla mı uğraşır? Ziyaretçilerinin gitgide azaldığı ve keşkeli cümleleri daha fazla kurduğu günlerden birinde kapısı çalınır. Boylu poslu güleç yüzlü bir kadın edepli bir tavırla girebilir miyim der, elindeki çiçekleri yatağının yanına bırakır. Kendisini tanıtmaya gerek yoktur zira yıllar evvel tükürürcesine bakan afet, bu zihinden nasıl kazınır? Siyahi kadın sıhhatiniz nasıl, ıstırabınız var mı gibi birkaç klişe cümleyle gönlünü yapar ve bana müsaade diyerek kalkar.
Affettim gitti Sabık vali yatağından fırlar ve önüne geçip o günkü gibi ellerini açar. Bu kez gözlerinde hüzün vardır. Uzun uzun Vivianın yüzüne bakar ve kırık dökük hecelerle görevimi yaptığımı sanıyordum diye mırıldanır, ama bugün olsa kesinlikle karşınıza çıkmam... Vivian gülümser ve çok tatlı bir sesle sizi çoktan affettim der, ben asla kin tutmam. Derinleşen gamzelerine ve ışıldayan gözlerine bakılırsa samimi olmalıdır. Bahsi geçen kadın 25 gün evvel hayatını kaybetti, sanırım Amerikalılar onu unutmayacaklar. Öyle ya, eğer bugün bir başka Alabamalı siyah (Condaleezza Rice) Bakan olabiliyorsa... Yeri gelmişken söyleyelim biz sadece hikaye anlatıyoruz, şimdi bu yazının başörtü mağdurlarıyla ne alâkası var? Di mi ama?..
09.11.2005 | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 4:41 pm | |
| Merhamet-i Şahaneye sığınan memur!..
Abdülhamid Han'ın uzun yıllar Mabeyin Katipliğini yapmış Tahsin Paşa, hatıralarında anlatıyor: "Bir akşamdı. Mabeyinde nöbetçi olarak ben kalmıştım. Gelen mektup, telgraf, rapor ve tezkerelerin listesini tertipleyip huzura çıkmak üzereyken bir telgraf geldi. İstanbul'da Laleli Postanesi memurlarından birinin Yıldız'a çektiği bu telgrafta, karısının o gece doğum yapacağı, doğumun çok zor olacağına dair doktorlar tarafından dikkat çekildiği, elinde hiçbir vasıta bulunmadığı ve Merhamet-i Şahaneye sığındığını bildiriyordu...
Padişah fermanı ile... Bu telgrafa kıymet vermedim ve onu listeye almadım. Huzurda Padişah, adeti icabı her şeyi ayrı ayrı gözden geçirdikten sonra ilave etti: -Başka bir şey var mı? Telgrafı söyledim ve arza değmeyeceğini düşünerek listeye almadığımı arzettim. Emir verdi: -Hemen getiriniz. Getirdim... Dikkatle okudu ve derhal mütehassıs bir tabip ve bir yaverle doğru Laleli'ye giderek doğumu kontrol altına almalarını, benim de kendilerine refakat etmemi ferman etti.
Adını Abdülhamid koydular Gittik ve işimizi bitirip sabaha karşı döndük. Bir de ne görelim?! Hünkar, bahçe üzerindeki odasında, ışıkları açık, cama vurarak bizi çağırmıyor mu? Sabaha kadar uyumayıp bizi beklediğini anladık. Neticeyi sordu. Doğumun zor olduğunu, fakat müdahaleyle kadının kurtulduğunu, çocuğa â??Abdülhamid' isminin verildiğini, â??ihsan-ı Şahane'nin de aile reisine teslim edildiğini ve adamın ağlayarak ömür ve devletlerine dua ettiğini anlattım... Bizi ayakta dinledi, sadece rahatladığını gösteren bir â??oh' çekti ve sabah namazına durdu..." | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 5:14 pm | |
| EM ALEYHİSSELAMIN YARATILIŞI . ( Adem Aleyhisselamın Topragı )
Veheb bin Münebbih Hazretleri buyurdular ; Allahü Teala Hazretleri , Adem Aleyhisselamı yaratmayı murat ettiği zaman, yeryüzüne vahyetti yani yeryüzüne anlattı ve ona ilham etti.
Ben senden halife kılacagım, onlardan kim bana itaat ederse onu Cennetime koyarım ve onlardan kim bana asi olursa onu da Cehenneme koyarım. Dedi. Yeryüzü ( Toprak ) ;
Benden bir varlık yaratacaksın da o da Cehennemlikmi olacak? diye sordu : Allahü Teala Hazretleri:
Evet dedi. Yeryüzü ( arz ) ağlamaya başladı. Topragın ağlamasından, kendisinden kıyamete kadar akacak olan pınarlar fışkırdı. Allahü Teala Hazretleri, yeryüzünün dört zaviyesinden toprağın siyahından,beyazından,kırmızısından,güzelinden ve ovasından kendisine bir avuç toprak getirmesi için, Cebrail Aleyhisselamı yeryüzüne gönderdi. Cebrail Aleyhisselam,yeryüzünden toprak almak için geldiğinde, toprak şöyle yalvardı :
Benden toprak alman için gönderen Allahın aşkına, benden bir şey alma, diye yakardı.Çünkü Sultana yaklaşmakta birçok menfeatler olduğu gibi, büyük bir tehlıke de vardır.
Cebrail Aleyhisselam,ondan bir şey almadan mekanına geri döndü.
Yeryüzü senin büyük adına yemin ederek bana yalvardı.Bunun üzerine ondan birşeyı almayı kerih ( çirkin ve kötü ) gödüm.
Allahü Teala Hazretleri, Mikail Aleyhisselamı gönderdi. Mikail Aleyhisselam , yeryüzüne indi.Yeryüzü, Cebrail Aleyhisselama dediğinin aynısını söyledi. Mikail Aleyhisselam,bir şey almadan geri döndü ve Cebrail Aleyhisselamın söylediğinin aynısını söyledi.
Allahü Teala Hazretleri, İsrafil Aleyhisselamı gönderdi. İsrafil Aleyhisselam da bir şey almadan döndü, Cebrail Aleyhisselamın dediği gibi mazeret beyan etti.
Allahü Teala Hazretleri, ölüm melegi ( Azrail Aleyhisselamı ) gönderdi. Azrail Aleyhisselam, yeryüzüne geldiğinde, arz (yeryüzü ) ona:
Seni gönderen Allahın izzet ( ve üstünlüğüne ) sığınırım. Bugün benden alacagın bir avuç toprak yarın Cehennemde olacak dedi, Azrail Aleyhisselam:
Bende o yüce ve aziz olan Allahın bie emrine asi olmaktan ona sığınırım, dedi. Azrail Aleyhisselam, yeryüzünün dört köşesinde ( açı ve boyutunda ) kırk zira kadar bir avuç toprak kapıp aldı. Bundan dolayı topraktan yaratılan insan oglu, yeryüzünün değişik renklerinden dolayı değişik renk ve vasıflarda dünyaya gelmektedirler. Onlardan kimi beyaz,siyah,kırmızı, yumuşak ve serttir. Bütün zürriyet bu avuç topraktan oldu. İnsanın bedeninin aslı bu topraktır. İnsan vefat ettiği zaman, topragın alındığı yere defnedilir. Azrail Aleyhisselam bu toprağı aldıktan sonra göğe yükselir. Allahü Teala Hazretleri, Azrail Aleyhisselama sordu :
Yeryüzü sana yalvardığında ona rahmet edip acımadın mı ? dedi. Azrail Aleyhisselam :
Ya Rabbi ! Senin emrinmi üstün, yeryüzünün yalvarması mı ? dedi. Allahü Teala Hazretleri buyurdular:
Sen onun enladının ruhlarını kabzetmeye ( almaya ) elverişlisin. Buyurdu.
Ravzatül-ulemada buyuruldu : Yeryüzü Allahü Teala Hazretlerine şikayette bulundu:
Ya Rabbi ! ( İnsanın yaratılması için benden alınan toprak ile ) ben eksiliyorum. Dedi. Allahü Teala Hazretleri:
( Senden alınan toprağın ) en iyi ve en güzel kokar bir şekilde elbette sana geri iade edeceğim. Buyurdu. Onun için cenazelere misk ve güzel kokular sürülmektedir.
Adem Aleyhisselam nerede yaratıldı ?
Allahü Teala Hazretleri, Azrail Aleyhisselama emretti. Adem Aleyhisselam için yeryüzünden alınan topragı,Mekke ile Taif arasında bulunan Numan vadisine koydu. Bu topragın yarısını Cennette ve diğer yarısını ateşe koyduktan sonra onu orada Allahü Teala Hazretlerinin dilediği zamana kadar terk etti. Sonra onu çıkarttı.Sonra üzerine Kerem yağmurunu yağdırdı. Onu yapışkan bir çamur haline getirdi. Allahü Teala Hazretleri, o topraktan Adem Aleyhisselama suret ve şekil verdi.
Adem Aleyhisselamın yaratılışında yaratıldığı yer hakkında ihtilaf ettiler. Bazı alimler tarafından denildi ki: Adem Aleyhisselam,gökte yaratıldı,Bazıları dünya cennetlerinden bir cennette yaratıldı.Nilin ve diğer nehirlerin kendisine aktığı cennetler gibi.Müfessirlerin coguna göre, Adem Aleyhisselama Adn cennetinde yaratıldığı ve oradan çıkarıldıgı görüşündedir.
Adem Aleyhisselamın yaratılışı
Hadis-i kudside buyuruldu : Ben Ademin topragını kırk sabah ( yed-i ) kudretimle yoğurdum.
Yani kırk gün, ( o alemin her günü ) dünya seneleriyle tam bin sene kadar uzun bir zaman dilimidir. Sonra Allah onu kırk yıl terk etti yani olduğu gibi bıraktı. Ta kuruyasıya kadar. Adem Aleyhisselamın çamuru salsal ( kuru balçık ) haline geldi. Salsal, kurumuş bir çamurdur.Gayet kuruduğu için fehhar yani balçıktan yapılan çanak,çömlek, testi ve bardak gibi ses veriyordu. Sonra Allahü Teala Hazretleri onun üzerine tam otuz dokuz (39) yıl hüzün üzüntü yagmurunu yağdırdı. Sonra onun üzerine bir sene de sürur yani sevinç yağmurunu yagdırdı. Bundan dolayı insan olgunun düşünce ve üzüntüleri çok olur. Lakin ekıbeti sevinçle biter.
Melekler, Adem Aleyhisselamın ( daha kuru çamur halinde olan cesedine ) uğrayıp geçiyorlardı. Adem Aleyhisselamın suret ve şeklinin güzelliğine ve boyunun uzunluğuna taaccubla bakıp hayran kalıyorlardı. Çünkü uzunluğu beşyüz zira idi. Amma hangi zira ile beşyüz zira olduğunu ancak Allah bilir. Adem Aleyhisselamın başı göklere degiyordu. Melekler daha önce ona benzeyen bir suret görmemişlerdi.
İblis ona uğradı, Adem Aleyhisselamı gördü. Ona, niçin hangi iş için yaratıldın dedi.İblis eliyle Adem Aleyhisselamın salsal halindeki cesedine vurdu. ( Çıkardığı sesten ) içinin boş olduğunu anladı. İçine girip öbür tarafından cıktı. İblis beraberindeki meleklere: Bu boş olarak yaratılmış ! Bir yerde sabit kalamaz ve dayanılmaz, dedi. Sonra meleklere :
Siz bunun sizden daha faziletli olduğunu mu sanıyorsunuz? Siz ne yapıyorsunuz? dedi. Melekler :
Biz Rabbimize itaat ediyoruz, dediler. Şeytan kendi kendi-ne şöyle söylendi: Eğer bu benden faziletli yaratılırsa vallahi ben ona itaat etmem.Eger ben ondan üstün olursam elbette onu helak edecegim. Akıbeti söyledigi gibi oldu. Tükrüğünü azgında topladı ve sonra tükrüğünü Adem Aleyhisselamın salsal halindeki cesedine fırlattı. Melun şeytanın tükrüğü, Adem Aleyhisselamın göbeginin olduğu yere düştü. Allahü Teala Hazretleri, Cebrail Aleyhisselama, Adem Aleyhisselamın karnından şeytanın tükrüğünü oyup çıkarmasını emretti. Cebrail Aleyhisselamın oymasıyla Adem Aleyhisselamın karnı kazılmış oldu.
Köpeğin yaratılışı
Cebrail Aleyhisselamın oyup çıkardığı Adem Aleyhisselamın göbeginden köpek yaratıldı.Köpekte üç izellik vardır.
1.Köpek Adem Aleyhisselamın çamurundan yaratıldığı için, insan olguna ünsiyet ve yakınlık etmektedir.
2.Gecelerin çoğunu uykusuz geçirir, Cebrail Aleyhisselam onun çamuruna dokunduğu için.
3. İnsan ve başkasını ısırır.Kendisine eziyet edildiği halde köpek sahibine ihanet etmez. İblisin tükrüğünün eser ve izi olarak.
Adem Aleyhisselama ruh verilme zamanı
Adem Aleyhisselam, Cuma günü ikindiden sonra yaratıldı.Yeryüzünden alınan topraktan yaratıldığı için kendisine Adem adı verildi. Çünkü Adem Aleyhisselam, topragın her çeşidinden yaratıldı. Allahü Teala Hazretleri, Adem Aleyhisselama ruh üflemek istediği zaman, ruha Adem Aleyhisselamın içine girmesini emretti. Ruh:
Ya Rabbi ! Çok derin,uzak ve karanlık bir yerdir. Dedi. Allahü Teala Hazretleri, ikinci kere emredince yine:
Ya Rabbi ! Çok derin,uzak ve karanlık bir yerdir. Dedi. Üçüncü kere emredince yine:
Ya Rabbi ! Çok derin,uzak ve karanlık bir yerdir. Dedi. Allahü Teala Hazretleri:
Ey ruh! Kerhen yani istemeyerek de olsa gir: kerhen de yani istemiyerek de çık. Bundan dolayı ruh bedenden ancak ( kerhen ) istemeyerek çıkar. Ruh, Adem Aleyhisselamın içine girdiğinde, Adem Aleyhisselamın başına,alnına,kulaklarına ve dillerine girmeye başladı. Sonra ruh, bütün cesedine sirayet etti. Hatta ruh ayaklarına indi. Ruh, çıkış yeri bulamadı. Burnuna geldi. Burnuna gelince aksırmaya başladı. Aksırdığı zaman, Rabbi ona:
Elhamdülillahirabbilalemin Hamd alemrin Rabbine mahsustur. Dedi. Adem Aleyhisselam, Elhamdülillahirabbilalemin deyince, Allahü Teala Hazretleri, ona Yerhamkellah Allah sana rahmet etsin dedi. Allahü Teala Hazretleri : Ey Adem seni bunun için yarattım buyurdu. Ruh dizlerine kadar indiğinde, Adem Aleyhisselam, sıçrayarak ayağa kalkmak istedi.Ayağa kalkamadı.Buna gücü yetmedi. Ruh ayaklarına ulaşınca, ayağa kalktı. Allahü Teala Hazretleri, Ve kanel insane acüle insan pek acelecidir, Huligal insane min acel insan aceleci olarak yaratılmıştır buyurdu.Böylece Adem Aleyhisselam, et,kan,kemik,sinir ve barsakları ( iç organları olan ) bir beşer ( insan )haline geldi. Sonra Allahü Teala Hazretleri ona , tırnaktan elbise giydirdi. Cesedi her gün, ziyadeleşmeye başladı.Hızla gelişti. Cesedinde dokuz kapı vardı. Başında iki kulak açıldı. Onlar ile işitmeye başladı. İki göz açıldı. Gözler ile görmeye başladı.İki burun deliği açıldı. Burun delikleriyle her tğrlü koku ve nefes aldı.Bir ağız açıldı.Ağzın içinde dili olup onunla konuşmaya başladı.Kendisine damak verildi.Damak ile her şeyin tadını buldu.İki kapı da cesedine açıldı. Onlar ön ve arkasıdır. Bunlardan da yediklerinin ve içtiklerinin ağırlıkları çıkmaktadır.
Allahü Teala Hazretleri, Adem Aleyhisselamın: aklını dimağına,iştahını böbreklerine,Gadabını karaciğerine,şeceatini ( cesaretini ) kalbine, rağbetini ( bir şeye yönelmesini ) akciğerine, gülmesini dalağına, sevinç ve üzüntüsünü yüzüne koydu. Adem Aleyhisselamı, kemikle işitir,yağ ile görür, et ile konuşur ve kan ile bilir hale getiren Allahü Teala Hazretleri gerçekten noksan sıfatlardan münezzehtir. Adem Aleyhisselam, tam tesviye edilince, her şeyi kendisine verilince ona kendi ruhundan üfledi.
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 5:21 pm | |
| Muhteşem Süleyman" ve Gazi Bali Bey...
Kanuni Sultan Süleyman Han'ın 1526 senesinde kazanmış olduğu Mohaç Meydan Muharebesi'nde, Macar ordusunu arkadan çevirerek onu tamamen mahveden Semendire Sancak Beyi halazadesi Gazi Bali Bey, Mohaç harbinden yıllar sonra kendinde mevcut olan ve sancak beylerinin alameti bulunan iki â??tuğ'un üçe çıkarılmasını rica etmişti... Terfi ve terakkinin muayyen yaş, kıdem ve hizmet mukabilinde olduğunu bilen Kanuni, Gazi Bali Bey'e şu cevabı vermiştir:
"Yüzün ak olsun!" "Yadiğarım ve muhterem Lalam Gazi Bali Bey! Berhudar olasın, yüzün ak olsun. Bizden bir tuğ dahi arzu eylemişsin. Henüz bir tuğ zamanı değildir. Sana Hazret-i Muhammed Mustafa'nın fetih tuğunu verdik. Bu ihsan üzerine iyilik olmaz. Bunun şükrünü bilip, yerine getiresin. Bilesin ki Bey olmak iki kefeli terazidir. Bir kefesi Cennet ve bir kefesi Cehennem'dir. Bir an adaletle hükmetmek, yetmiş yıllık ibadetten efdaldir. Ahireti hatırdan çıkarmayasın. Serasker olduğun yerlerde ve hükmün geçtiği mahalde, zulüm ve düşmanlık etmekten şiddetle sakınasın. Ahirette bize hitap olunursa, senin yakana yapışırım. â??Ol vilayetleri kılıcımla fetheyledim' demeyesin. Memleket, Allahü tealanındır. Sakın, nefsine gurur getirmeyesin. Fetholunan kalenin mal ve erzakını hep Beytülmal için almışsın. Buna rıza-yı hümayunum yoktur. Beşte birini alıp, geri kalanını İslam askerlerine dağıtasın. İslam askerinin ihtiyarlarını baba, orta yaşlılarını kardeş ve gençlerini oğul bilesin... Halkın fakirlerini, büyük vazifelerle rencide ettirmekten şiddetle kaçınasın ki, bizim halkımızı rahat görüp, küffar halkı imrensinler. Meyl ve muhabbetleri bizim tarafa olsun. Bir kimseyi hizmetinde kullandığın zaman da sakın evvelki haline itimat etmeyesin. Çok kimseler vardır, elinde fırsat olmadığı zamanda zahidlik ve iyilik yüzü gösterip, eline fırsat geçtiği zaman Firavun ve Nemrut olur. Ol kimseleri tecrübe edip göresin. Eğer evvelki hali son haline uygunsa hizmetinde kullanasın.
"Sana nasihatim odur ki!" Ey Gazi Bali Bey! Sana dahi nasihatim odur ki; atın yürüğünü, kılıcın keskinini ve beyin bahadırını saklayasın. Allahü teala hazretleri yolunu açık ve kılıcını keskin eyleye ve seni küffarı haksar üzerine mansur ve muzaffer eyleye..." Kanuni Sultan Süleyman'ın Gazi Bali Bey'e yazdığı bu ibretli mektubu bütün devlet adamları okumalı değil mi?.. | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 5:22 pm | |
| Bayezid Han ve "Yiğitbaşı"...
Sahte tarikatler türediğini duyan İkinci Bayezid Han, bir meclis kurdurdu. Bu mecliste şeyhlerin imtihana tabi tutulmasını istedi. Kim hak yolda kim batıl yolda, bu düğümün çözülmesi için Ahmed Şemseddin (Marmaravi) hazretlerini Manisa'dan İstanbul'a davet etti. Ahmed Şemseddin hazretleri derhal bu ulvi görevi kabul edip İstanbul'da Sultan Bayezid-i Veli hazretlerinin huzuruna çıktı ve Osmanlı Sultanının da hazır bulunduğu imtihan heyetine reislik etti.
Hakikat süzgeci... O gün Ahmed Şemseddin hazretlerinin tuttuğu süzgeçten hak ve doğru yolda bulunan rehberler rahatlıkla geçerken sahteleri tutuldu. Bunlar mahcup ve perişan oldular. Tekkeleri kapatıldı ve yaptıkları işten men edildiler. Ahmed Şemseddin hazretlerine, imtihan sırasında gösterdiği kemal, dirayet ve olgunluk sebebiyle "Yiğitbaşı" lakabı verildi. Padişah çok hoşnut kaldığı ve takdir ettiği bu büyük veliyi hediyelerle taltif etti. O ise bu hediyelerin tamamını fakirlere dağıttı. İstanbul'da kalması tekliflerine rağmen, tekrar Manisa'ya döndü.
Manisa'ya akın ettiler... Bu hadise dilden dile, şehirden şehire yayıldı ve o mübareğin ilminden istifade etmek isteyenler Manisa'ya akın ettiler... Ahmed Şemseddin hazretleri arkasında yüzlerce talebe ve sekiz cilt eser bırakarak 1504 yılında sonsuzluk alemine göçtü. Türbesi Manisa'da Seyyid Hoca Mahallesindedir. Zamanla yıkılan ve kaybolmak üzere bulunan dergahının yerine Yiğitbaşı vakfı tarafından adına bir mescid inşa ettirilmiştir...
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. Çarş. Ekim 30, 2013 5:23 pm | |
| HZ.ÖMER'İN ADALETİ İNŞALLAH TÜM ADALETLERE HAKİM OLUR EN KISA ZAMANDA ----------------------------------------------------------------------- Adaleti, cesareti ve devlet yönetimindeki üstün başarısıyla meşhur olan Hz. Ömer (r.a), tüm insanlığa İslam'ın kazandırdığı örnek ve eşsiz büyüklerden biridir. Hz. Ömer'in nesebi, Peygamberimiz'in nesebi ile sekizinci cedde birleşir. Babası Hattab, annesi ise Ebu Cehil'in (Amr b. Hişam) kızkardeşi Hanteme binti Hişam'dır. En meşhur rivayete göre hicretten kırk sene evvel doğmuştur. Buna göre, Peygamberimiz'den 12 veya 13 yaş küçük olduğu anlaşılmaktadır.
Hz. Ömer'e çocukluğu zamanında babası tarafından deve çobanlığı yaptırılmakta idi. Bu meslek Araplar arasında hakir görülmezdi. Hz. Ömer bütün gün develerin arkasında dolaşır, yorulduğu zaman biraz istirahat etmek isterse, babası tarafından dövülürdü. Hz. Ömer (r.a) halife olduktan sonra bir gün çobanlık yaptığı havaliden geçmiş, orada gözleri yaşararak şunları söylemiştir; "Ya Rabb, ne büyüksün! Hayatımda öyle bir zaman geçti ki, buralarda deve güder, bîtab kalarak biraz dinlenmek istediğim zaman babam beni döğerdi. Bugün ise en yüksek makamı deruhte etmiş bulunuyorum. Ve Allah'tan gayrisine baş eğmiyorum".
Delikanlılık çağında Arap eşrafının meşgul oldukları yüksek işlerle vakit geçirmiştir. Ensab ilmini öğrendi. Arap dili ve edebiyatı ile uğraştı. Bu sebeple kuvvetli bir hatip sayılırdı. Ata binmek, silah kullanmak, güreşmek onun en başta gelen zevlerindendi. islam'dan önce okuma-yazma bilen nadir kimselerden biri idi. Ticaretle de uğraşırdı. Bu sebeple Şam ve Irak'a seferleri olduğu, bu esnada Arap ve Acem hükümdarları ile görüştüğü biliniyor.
Hz. Ömer, yirmiyedi yaşında, kızkardeşi Fatma binti Hattab ile eniştesi Sadi bin Zeyd'in gayretleriyle müşlüman olmuştur. Müslüman olmasında işittiği Kur'an ayetlerinin tesirini bütün tarihçiler kaydekmektedir. Müslüman olduğu gün İslam'la şereflenen erkeklerin sayısının kırkı bulduğu rivayet edilmiştir. Hz. Ömer'in müslümanlığı kabul etmesi, İslamiyet tarihinde yeni bir devir açtı. O'nun alenen müslümanlığı kabulü ile müslümanlar ilk defa Kabe'de cemaatle namaz kıldılar. Hz. Ömer'e, hak ile batılı birbirinden ayırd edici anlamına gelen el-Faruk lakabını bizzat Peygamberimiz vermiştir. Medine ye hicrete müsade edildikten sonra Ashab'dan bazıları Medine'ye gittiler.
Diğerleri gizlice hicret ederken, Hz. Ömer aleni olarak hicret eyledi. "Anasını ağlatmak, evladını yetim ve karısını dul bırakmak istiyen kimse, şu vadinin öte tarafında bana kavuşsun"! dedi. Mekke'nin ileri gelenleri bu meydan okuyuşu duydukları halde arkasına düşen olmadı.
Peygamber Efendimiz'in irtihaline kadar, O'nunla birlikte bütün gazvelerine, muahedelerine, idari tedbirlerine, İslam için vukubulan bütün teşebbüslerine iştirak etmiştir.
Bedir'de ilk şehit düşen, Hz Ömer'in kölesi Mihca'dır. Bu gazvede, Hz. Ömer, dayısı olan As bin Hişam'ı bizzat katletmiştir.
Uhud, Hendek, Hudeybiye, Mekke'nin Fethi, Tebük Gazvesi'ndeki rolünü anlatmak yerine, Hz. Ebu Bekir'in hilafeti zamanındaki hizmetlerinden kısaca bahsedip kendi halifeliği dönemi hakkında da birkaç hususa temas edelim. Hz. Ebu Bekir'in halife seçilmesinde en etkin rolü oynamış, irtidat olaylarının tenkilinde, Kur'an'ın toplanmasın da kıymetli hizmetleri olmuştur. Hz. Ebu Bekir'in tavsiyesi üzerine Ashab, Hz. Ömer'i halife seçti.
Ön yıllık hilafeti döneminde büyük işler başardı. İran, Irak, Suriye ve Mısır'ın fethi gerçekleşti. Binlerce insan İslam'a girdi. En çok adalete dikkat etti. "Hz. Ömer'in adaleti" tabiri sadece müslümanlar tarafından değil, tüm insanlığın ortak örnek ve övüncü olmuştur. Devlet idaresini sağlam esaslar üzerine oturtmuş ve birçok yeni müesseseler kurmuştur. Görevlendirdiği memurları çok dikkatli seçmiş, akrabasından hiçkimseye devlet hizmetinde görev vermemiştir. Ashab'a ve ihtiyaç sahihlerine derecelerine göre yıllık tahsisat vermiştir.
Hz. Ömer, uzun boylu, buğday tenli, geniş alınlı, saçları dökük ve bıyıkları uzun idi. Yetiştirdiği çocuklarının hepsi, tarihte iz bırakacak kadar önemli roller oynamıştır. Kızı H. Hafsa (r.anha). Sevgili Peygamberimiz'in (s.a.v) pak zerrelerinden biri idi. Kur'an, hadis, fıkıh ilimlerine çok hizmeti geçmiştir. Zahidane bir hayat yaşamıştır.
Evinin yevmiye masrafı on dirhemi geçmezdi. Hz, Ömer, kendi icadı olan Hicri Takvim'le, 23 yılında Zerdüşt bir köle olan Ebu Lülü Firuz tarafından suikastle şehit edildi.
Hz.Aişenin muvakatiyle Hz. Peygamber'in ve Ebu Bekir'in yanına defnedildi. ------------------------------------------------------------------ | |
| | | | Said Halim Paşa'ya Ermeni kurşunu!.. | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|