|
|
| Çırağan Sarayı Yangını!. | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Çırağan Sarayı Yangını!. Salı Ekim 29, 2013 11:35 am | |
| Çırağan Sarayı Yangını!. Çırağan Sarayı'nın Milli Meclis binası olarak kullanılması için gerekli düzenlemeler yapılmış, ayrıca Yıldız Sarayının en değerli eşyaları ile II. Abdülhamid Han'ın tablo koleksiyonu da buraya taşınmıştı. Ancak ikinci toplantı devresine giren Milli Meclis, daha sonraki toplantılarına burada devam edememiştir. Çünkü, 1910'da, Milli Meclis salonunun üst bölümünde ve muhasebe dairesinin üstüne bakan bahçeye nazır çatı katında çıkan veya çıkarılan bir yangınla, saray beş saat içinde kül olmuştu...
İtfaiyenin çaresizliği!.. Mesudiye Zırhlısı, Römorkör kumpanyasının itfaiye ekipleri ve Amerikan, Rus Sefaretine ait yatlar yangını haber alır almaz sarayın önüne geldilerse de şiddetli esen lodosun da körüklediği alevler karşısında çaresiz kalmışlar. Yangında paha biçilmez değerdeki antika eşyalar, II. Abdülhamid Han'ın özel eşyaları, V. Murat Han'ın özel kütüphanesi ve gizli belgeler, ilk Milli Meclis tutanakları kurtarılamayarak yanmıştır. Bu büyük yangından yalnızca bazı ufak taşınabilir eşyalar ve gümüş takımların bir kısmı alınabilmiştir.
Lale Devrinden kalma Çırağan Sarayı ilk defa Sultan Dördüncü Murad, ikinci defa Sultan Üçüncü Selim devrinde inşa edilmiştir. "Çereğan" Lale Devrinde mum ve kandil ışığında yapılan gece eğlencelerine denir. Sarayın bulunduğu yerde de bu eğlenceler tertip edildiği için saraya "Çırağan Sarayı" denmiştir. Beşiktaş'la Ortaköy arasındadır...
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Çırağan Sarayı Yangını!. Salı Ekim 29, 2013 11:49 am | |
| Ebdal Kumral
Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarında yaşamış mücâhid ve akıncı bir derviş. Doğum târihi ve yeri bilinmemektedir. Asıl adı Turgut olup Şeyh Edebâlî hazretlerinin müridlerindendir.
Şeyh Edebâlî hazretleri Eskişehir yakınlarındaki İtburnu adlı köyde ikâmet eder, tâliblerine ilim öğretmek, insanlara huzur dağıtmakla meşgûl olurdu. Talebelerini daha çok kâfirlerle cihâda sevk ederdi. Nitekim sohbetlerinde kemâle gelen Ebdal Kumral'ı da hem talebe yetiştirmek ve hem de Allahü teâlânın dînini yaymak için kâfirlerle harbetmek üzere vazîfelendirdi.
Ebdal Kumral, İslâmiyetin yayılması için pekçok gayret gösterdi. Zaman zaman Hızır aleyhisselâm ile görüşüp sohbet ederlerdi. Yine bir defâsında Ermeni derbendi denilen yerde dinlenirken Hızır aleyhisselâma rastgeldi. Tatlı tatlı konuştular. Hızır aleyhisselâm, Ebdal Kumral'a Osman Bey'den söz etti. Onun dağılmış olan müslümanları bir bayrak altında toplayacağından ve kurduğu devletin üç kıtaya yayılacağından bahsetti. Ebdal Kumral hazretleri bu genç beyi tanımıyordu. Ancak, birçok gazâda bulunduğunu ve zaman zaman gelip Şeyh Edebâlî'nin zâviyesinde misâfir kaldığını duymuştu. Hızır aleyhisselâm; "O genç erin, geleceği çok ümitlidir. Kendisine bu müjdemizi ulaştır" dedi. Kumral Ebdal kendisini tanımadığını söyleyince, Hızır aleyhisselâm; "Onu, Edebâlî hazretlerinin yanında bulacaksın. Şeyhe bu mevzuda bir rüyâsını nakledecektir." buyurdu.
Kumral Ebdal, Hızır aleyhisselâmdan ayrılınca, içini bir ateş ve özlem sardı. Büyük doğuşun müjdesini içinde hissediyordu. Doğruca şeyhi Edebâlî hazretlerinin huzuruna varmak üzere yola çıktı.
Bu sırada Osman Gâzi Şeyh Edebâlî'nin Bilecik'teki zâviyesinde misâfir bulunuyordu. Osman Gâzi o gece bir rüyâ gördü. Rüyâsında, Edebâlî hazretlerinin koltuğu altından çıkan bir nûr, gelip Osman Beyin koltuk altına girdi. O nûrun girmesiyle, Osman Beyin karnından bir ağaç peyda oldu. Birden dallanıp budaklandı. Dalları çok yükseklere ulaştı. Altındaki nice dağlar ve nehirleri gölgeledi. Onun gölgesindeki dağ ve nehirlerden birçok insan gelip istifâde etmeye başladı, Osman Bey uyandı. Hemen abdest alıp şeyhinin huzûruna vardı. Baktı ki şeyhi birkaç derviş ile sohbet etmekte. Bunlardan biri de Ebdal Kumral'dı.
Ebdal Kumral Osman Gâzinin rüyâsını dinlerken heyecandan kalbinin duracak gibi olduğunu hissetti. İşte Hızır aleyhisselâmın bahsettiği genç. İşte muazzam İslâm devletini kuracak genç mîmâr. Bu sıradaOsman Gâzinin rüyâsını dinleyen Şeyh Edebâlî tebessüm edip, ruhları okşayan tatlı bir sesle şöyle tâbir etti:
"Ey Osman! Sana müjdeler olsun. Sana ve senin evlâdına Hak teâlâ saltanat verdi. Ve dünyâ âlem, evlâdının saltanat güneşi altında ola. Ve hem kızım Mal Hâtun sana helâl oldu."
İşte şeyhi ile Hızır aleyhisselâmın söyledikleri de birbirini doğruladı. Ebdal Kumral hazretleri artık daha fazla dayanamayıp şeyhi ile mürid arasına girdi. Osman Gâziye Hızır aleyhisselâmın müjdesini de söyledikten sonra; "Ey Osman! Sana pâdişâhlık verildi. Bize şükrâne ne verirsin?" diye sordu. Osman Gâzi ise;
"Ne vakit pâdişâh olursam sana bir şar, şehir vereyim." dedi. Ancak Ebdal Kumral'ın gözü öyle yükseklerde olmadığından; "Bize şu köyceğiz yeter. Şehirden vazgeçtik." dedi. Osman Gâzi kabûl etti. Ama Ebdal Kumral, ileride bu vaadi Osman Gâzinin çocuklarına karşı ispat etmek için yazılı bir belge istiyordu. Bu maksatla;"Öyleyse bize bir kâğıt ver." dedi. Osman Gâzi ise; "Kâğıt yerine işte bir kılıcım var. Babamdan ve dedemden kalmıştır. Onunla birlikte bir de maşrapa vereyim. Birlikte senin elinde olsunlar. Neslin bu nişanı saklasın. Eğer Hak teâlâ beni pâdişâhlığa eriştirirse benim neslim dahi bu alâmeti görüp kabûl etsinler, köyünü almasınlar." deyip verdi.
Böylece Osman Gâzinin kılıcı Ebdal Kumral ve onun nesli eline geçti. Ancak Kumral Ebdal hazretleri Osman Gâzinin tahta çıktığını göremedi. 1288'de Osman Gâzi, babası Ertuğrul Gâzinin yerine baş seçildiğinde o vefât etmişti. Osman Gâzi ise bu mücâhid şeyh hazretlerini unutmadı. Ona Ermeni Derbendinde güzel bir zâviye yaptırdı. Birçok köy ve tarlalar vakfetti. Çünkü o, günün birinde rüyâsı her anlamıyla gerçekleşir ve Osmanlı Devleti cihânı kaplayan bir devlet olursa, bunda îmânlı kılıç sâhipleri kadar, îmân sâhibi dervişlerin de payı olacağına yürekten inanıyordu.
Bu arada her Osmanlı pâdişâhı, Ebdal Kumral neslinden gelen dervişler elinde o kılıcı görünce pekçok ihsânlar ettiler ve o kılıcın kınını yenilediler.
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Çırağan Sarayı Yangını!. Salı Ekim 29, 2013 5:21 pm | |
| Üniformalı seyyah Albay Cook 1728 yılında Clevelandda doğan James Cook okumaya, araştırmaya meraklı bir çocuktur ama elinden tutan olsa... Babası İskoçyadan göçmüş bir tarım ırgatıdır, oğlunu çiftlik sahibinin destek verdiği müddetçe (12 yaşına kadar) mektebe yollar ama patronla limoni olunca tedrisata nokta koymak zorunda kalırlar. James bakar babasının yanında ne uzayacak ne kısalacak, atar ceketini omzuna, rızkını rüzgarın savurduğu yerde arar. Whitby yakınlarındaki bir sahil köyünde dikiş iğnesinden gemi halatına, çamaşır leğeninden salamura balığa kadar her aranılanı satan bir mağazada tezgahtarlık yapar. Burada birçok denizci ile tanışır ve teknelere ilgi duymaya başlar. Nitekim 1746 yılında kömür taşıyan bir mavnada iş bulur, ancak hep aynı güzergâhda gidip gelmek canını sıkar. Halbuki o denizaşırı ülkeleri görmeyi, değişik insanlarla tanışmayı arzular.
Kaptan köşküne Denizciliğe başladıktan 9 yıl sonra kaptan olan James gemilerin kızağa çekildiği kış aylarında matematik geometri çalışır, hani eline de gönye pergel yakışır. Nitekim bu birikim ile deniz kuvvetlerine girmeyi başarır, işe güverte onbaşısı olarak başlasa da kısa sürede lostromoluğa çıkar. Gel zaman git zaman onu Kraliyet Donanmasının güçlü gemilerinden Pembrokeun kaptan köşküne oturturlar. Yedi Yıl Savaşlarında Fransızlara karşı savaşan Kaptan Cook, öyle büyük büyük başarılara imza atamaz ama hata da yapmaz. 1763-68 yılları arasında kırık dökük bir uskuna ile Newfoundland Adalarını dolaşıp haritalarını çıkaran Cooku Büyük Okyanusta düzenlenen bir araştırma gezisine yollarlar. Endeavour adlı gemiyle tam 4 yıl deryayı dolanır, yelkenini rüzgara göre açar. Bu arada birçok ilim adamıyla teşrik-i mesaide bulunur ki bunlar güney yarımkürede mutlaka büyük bir kıtanın (Terra Australis) olması gerektiğini düşünür, aksi halde dünyanın dengesinin bozulacağına inanırlar. Ekip, Joseph Banks adlı bir coğrafyacının işaretleri doğrultusunda meçhul kıtayı arar, önce Tahitiyi sonra Yeni Zelandayı keşfeder, nitekim Avustralyanın kuzey kıyılarına ulaşırlar. Kah gemiyi mercan kayalıklarına oturtur, kah dizanteri olan tayfalarla uğraşırlar. Kayıp vermelerine rağmen seferi başarı ile tamamlar ve raporu allayıp pullayıp Krala (III George) sunarlar. Haşmetmaapları çok memnun kalır ve onu yarbay yapar. Kaptan Cook keşiflerine yenilerini ekledikçe rütbesi artar, hem Albay olur, hem de ünlü bilim kulübü Royal Societye girip çıkmaya başlar. Bir ara denizcilerde sıkça rastlanan iskorbüt hastalığı üzerine kafa yorar. O yıllarda tayfalar ahır gibi havasız kamaralarda yatmakta ve sebzeye meyveye hasret kalmaktadırlar. Kaptan Cook hastaları aydınlık ve ferah koğuşlara alır, önlerine portakal, maydanoz, tereotu gibi C vitamininden zengin gıdalar koyar. Neticeler umduğundan da iyi çıkar, onu bu çalışmalarından dolayı büyük ödüle layık bulurlar.
Kayıp kıta İşte bu payeden aldığı hızla en güneye yönelen, yeşil ülkeler ve bereketli topraklar arayan Cook Antarktikaya ulaşır ancak su ve buzdan başka birşey bulamaz. 1772den 75e kadar Terra Australis hayaliyle Okyanusta çalkalanan serüvenci albay sürekli doğuya giderek çepeçevre dünyayı turlar. Paskalya ve Tanga adalarını keşfeder nitekim Terra Australisin ancak Avustralya olabileceğine düşünmeye başlar ki yoldaşları da aynı kanaattadırlar.
Kan gu ru?
James Cook bir ara Avustralyanın doğu kıyılarında karaya çıkar. Bitki örtüsünün zenginliğinden dolayı Botany Bay (botanik koyu) adını verdiği bir koyda, fare suratlı, kalın kuyruklu, keçi gibi çevik, geyik gibi semiz, sıçrayarak kaçışan bir hayvanla karşılaşır ki yavrularını keselerinde saklamaktadırlar. Aborjinlere (Avustralya yerlilerine) el kol hareketleri ile söz konusu yaratığın adını sorar. Adamlar abuk subuk hareketler yapan üniformalı İngilize boş boş bakar ve ne demek istediğinizi anlayamadık manasına gelen kan gu ru cümlesini mırıldanırlar. Kaptan Cook kan gu runun ne demeye geldiğini yıllar sonra öğrenir ama meğer ki geçmiş ola... | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Çırağan Sarayı Yangını!. Salı Ekim 29, 2013 5:22 pm | |
| Sırpsındığı ZaferiOsmanlıların Rumeli de hâkimiyet teessüsleri Sırp Sındığı Zaferiyle görülür. SIRP SINDIĞI Savaşı; sayıca çok az bir kuvvetle kendisinden kat kat çok sayıdaki müttefik bir orduya karşı yapılmış bir baskın hareketidir. Bir Osmanlı AKINCI birliği Çirmen (Sırp Sındığı) denilen bir yerde ordugâh kurmuş uykudaki düşmanına saldırmış, onu imha ederek, kendine güvenişin bir anıtı halinde tarih sahifelerinde yücelmiştir.
SIRP SINDIĞI SAVAŞI; gerek siyası ve gerekse askeri bakımdan çok önemli bir muharebedir. Bu savaşta yerinde ve zamanında mesuliyeti üstlenmeyi ve bundan çekinmemeyi bilen bir komutanlık vasfı, pek az bir kimsede görübilecek bir özellik meydana çıkmıştır. Bu örnek komutan HAC İLBEYDİR.
DÜŞMANLARIN İTTİFAKI VE HAÇLI ORDUNUN HEDEFE YÜRÜYÜŞÜ:
Osmanlıların Rumeline ayak basmaları, Avrupa devletlerini, Osmanlılara karşı birleştirmiş ve büyük devletlerden kurulu bir Haçlılar hazırlanmasına yol açmıştır. Papa V. Urbanusun (Urbanın) tertip ve teşvikiyle o zaman Avrupanın en büyük devletlerinden biri olan Macaristan Krallığının etrafında, Sırbistan Krallığı, Bosna Krallığı, Eflak, Romanya Prensliği, Balkan devletleri toplandı. Bu haçlı ordunun başkomutanı da Macaristan Kralı V. LAYOŞ oldu. Yanında Sırbistan Kralı URAŞ ve birçok Balkan Prensleri bulunuyordu. Bu haçlı ordunun sayı olarak kuvveti; bazı tarih yazarlarının verdikleri bilgiye göre, 60.000 bazılarına göre de 100.000 kadardı.
Haçlılar, Osmanlıların ellerinde bulunan FİLİBEYİ almışlar, Meriç nehrinin güneyindeki bütün kuvvetleriyle Osmanlı topraklarına girmişler, Edirne yakınlarına kadar sokularak daha sonraları Sırp sındığı adı verilen Çirmende ordugâh kurmuşlardı.
Düşman ordularının beklenmeyen bu hareketi Osmanoğullarını gafil avlamıştı. Çünkü Osmanlılar bu ittifaktan habersiz kendi iç işleriyle uğraşıyorlardı. Ordu hazır da değildi. Hazırlanıncaya kadar düşman orduları muhtemelen Edirneye girebilir ve belki de o sıralarda Rumelide zayıf Osmanlı kuvvetlerini önüne katar gerilere atabilirdi. Rumelinde bulunan komutanlar, kısa bir süre önce nice kan ve can bahasına ele geçirdikleri Edirnenin elden çıkmasını düşünüyorlardı. Bolayıra kadar geri atılma felaketine uğrayacaklarını gözlerinin önüne getirerek üzülüyorlardı.
Müttefik düşman orduları başkomutanının ana düşünce ve kararı şöyleydi:
Osmanlıları Rumelinden atmak, Çanakkale boğazını tekrar ele geçirmek, İstanbulu kuşatılma tehlikesinden kurtarmak, elden çıkan bütün toprakları geri almaktı. Şimdilik onları karşılayacak ciddi bir kuvvette bulunmuyordu. Bu karar ve düşünceyle; Haçlılar yığınaklarını SOFYA da yapmışlar, sonra IHUMAN boğazından geçip Meriç vadisine inmişler, 1364 yılının yaz ayında Edirne yakınlarına kadar sokulabilmişlerdi. Başarılarından o kadar ümitli idiler ki, hiç bir emniyet tedbirine lüzum görmeden ÇiRMEN denilen yerde ordugâha geçmişler, cümbüş içinde eğlenerek vakit geçiriyorlardı.
Haçlıların Edirneye doğru yürüdüklerini çok geç haber alan Edirne Beylerbeyi LALA ŞAHİN PAŞA; şimdiye kadar Rumelide ele geçen yerlerin mevcut kuvvetlerle savunmasının mümkün olamayacağına karar verdi. Şimdiye kadar kazandığı zaferlere gölge düşürmemek için de, Anadoludan kuvvet istemek zorunda kaldı. Hâlbuki padişah 1. Murat uğranılan bu baskından habersiz, Anadoluda orduyu toplamış, Rumeli yolunu emin bir hale getirmek için Venediklilerin elinde bulunan BİGA KALEsini kuşatmıştı. Yine bu sırada Anadolu beyliklerinden Germiyanoğullarının Osmanlılar aleyhinde kuvvet topladığını da duymuştur. Bu bakımdan Rumelinden aldığı haberlerin abartmalı olduğunu sandı ve yardımı düşünmedi. Haçlıların bu kadar çabuk Edirne yakınlarına geleceğine inanamamıştı. Biga kalesini kuşatmada devam etmesinin daha uygun olacağını düşünüyordu. Bu durum karşısında LALA ŞAHİN PAŞA şerefini ortaya koyacak ve Edirneyi savunacaktı. Lakin başka çareler de lazımdı; Bu çareyi o sıralarda Rumelinde sancak beyi olan ünlü komutan HACI İLBEY buldu.
HACI İLBEY VE SIRP SINDIĞI SAVAŞI:
Haçlıların Edirne yakınlarına kadar sokulmasından sarsılmayan tek kişi Rumeli sancak beylerinden ünlü komutan Hacı İlbey oldu. O, bir tümen kadar akıncılarıyla düşmanı buldu. Saldırdı, bastırdı, dağıttı ve sindirdi. SIRP SINDIĞI savaşı bir gece baskınıyla kazanılan bir savaştır. Bu savaş Hacı İlbey savaşıdır. Böyle bir muharebede; yalnız cesaret, atılganlık, savaş ustalığı lazımdı. O da Hacı İlbeyin kendisinde vardı ve örnek bir gece baskını olarak gerçekleşti.
HACI İLBEY, 1. Muratın ünlü komutanlarındandı. İlk Rumeline geçişte, salda o da vardı. Daha evvelce Karesi Beyliği komutanlarındandı. KEŞAN ve DİMETOKA fetihleriyle yararlıklar göstermişti. Bu savaşlar erlik ve askerlik bakımından örnek olmuştu. Tarihçiler onu şöyle anlatıyor: Hacı İlbey, Dimetokaya doğru akma giderken bir gece yürüyüşünde UZUNKÖPRÜnün batısında bir düşman kuvvetiyle karşılaştı. Bu kuvvet Hacı İlbeyin kuvvetini pusuya düşürerek yok etmek isteyen Dimetoka kalesi komutanıydı. Hacı İlbey hiç düşünmeden düşman üzerine saldırdı. Kale komutanını ve birliği esir ederek hep birlikte Dimetoka Kalesine vardı. Dimetoka Kalesi esir komutanın oğlu tarafından savunuluyordu. Fakat oğul babasının ve kuvvetlerinin esir olduğunu anlayınca kaleyi savaşsız Hacı İlbeye teslim etti. Hacı İLBEY; savaş ustası, verilen her türlü vazifeyi en mükemmel bir şekilde başarıyla sonuçlandıran, zekâsı üstün, cüretli bir komutandı.
HACI İLBEY İN BULDUĞU ÇARE VE ALDIĞI VAZİFE:
Hacı İlbey; Lala Şahin Paşadan, düşmanın son durumunu keşfetme görevi istedi. Bulduğu bu çare ile düşmanın son durumunu, kuvvetini ve neler yapabileceğini öğrenecekti. Düşman kuvvetleri farkına varır ve karşı koyarsa, oyalayıcı savaşlar vererek, onları geciktirecek ve aynı zamanda büyük kuvvetlerini öğrenecekti. Hacı İLBEYin kuvvetleri Osmanlıların kurdukları daimi ordu yerine tam oturmadığı sıralardaydı. Elde (Gazi Derviş) adı verilen gönüllü birlikler vardı. İşte Hacı İlbey in kuvvetleri bunlardandı. Bu kuvvetler atlı idiler. Bu güne kadar yapılan bütün savaşlarda görev almışlar, yetişmiş, pişmiş kudretli savaşçılardı.
Lala Şahin Paşa her haberi kıymetlendiriyor ve öğrendiklerini günü gününe 1.Murata iletiyordu. Tehlikenin büyüklüğünü anlatıyor ve yardım istiyordu. 1.Murat ise; düşmanın bu kadar çabuk ve kesin hareketine ihtimal vermiyor, Lala Şahin Paşanın durumu abarttığını sanıyordu. Rumelinin ve bilhassa Çanakkale boğazının emniyeti için Biga Kalesinin de ele geçirilmesini tercih ediyordu. İşte böyle bir durumda iken, Hacı İLBEYİN düşmanı yakından keşif etme teklifini uygun ve yegâne çare olarak gördü. 10.000 kadar kuvvetiyle Hacı İlbeyi keşif görevine memur etti. Kuvvetler Çirmen genel yönünde harekete geçirildi.
HACI İLBEY AKINCI KUVVETLERİNİN SIRP SINDIĞI HAREKÂTI (1364):
Hacı İLBEYin Akıncıları, Edirnede, Meriçin batısından Meriç vadisi boyunca kuzey batıya doğru yürüyüşe geçirildi. Yürüyüş sessizlik içinde akşama kadar devam etti. Gruba yakın ÇİRMENe yaklaşıldı. Bu sırada Çirmen bölgesine sürülen keşif kollarından haberler gelmeğe başladı. İnanılmaz haberlerdi. Düşman kuvvetleri hiç bir emniyet tedbiri almadan ordugâha yerleşmişlerdi. Müttefik devletlere mensup ordu birlikleri, Sırbistan, Bulgaristan, Macaristan, Ulahlar, Bosnalılar, Eflak ve Romenler birbirlerini tanımakla meşgul. Birbirlerine gösteriş yarışmasında. Düşmanlarını unutmuşlar. Edirneyi alacaklarından, Osmanlıları Rumeliden atacaklarına o kadar inanmışlar ki, adeta Osmanlı varlığını unutmuşlar. Savaşa değil pikniğe çıkmışçasına mutlu ve gevşektiler. Bu hallerinde, gururlarının ve sonuca kesin güvenişin payı olsa gerekti.
Düşmanın bu durumunu gören keşif kolları, vakit kaybetmeden öğrendiklerini komutanları Hacı İLBEYe ulaştırdılar. Hacı İLBEY; komutanlarıyla durumu gözden geçirdi. Haberleri değerlendirdi. Bu, ele geçirilmesi nadir bir fırsattı. Bu güne kadar yaptıkları savaşlarda bu gibi fırsatlardan nasıl faydalanacaklarını gayet güzel öğrenmişlerdi. Kurnazlıkla birçok düşman kaleleri ya içten ya dıştan tuzaklar kurularak kazanılmıştı. Bu seferki düşmanın vurdumduymazlığı affedilmeyecekti. Hacı İLBEY bir durum muhakemesi yaptı: Kendi kuvvetlerinin azlığını düşmanın uykusundan faydalanarak ortadan kaldıracak, düşmana bir gece baskını yapacaktı. Zaten bugüne kadar böyle baskınlar yaparak birçok savaşlar kazanmışlardı. Gece karanlığından faydalanarak ve düşmanı uykuda yakalayarak bir baskınla düşmanı yok etme kararı alındı.
ŞÖYLE BİR HAREKÂT PLANI HAZIRLANDI:
Hacı İLBEY akıncı kuvvetleri, 4 gruba ayrılacak. Her grubun başına güvenilir bir komutan verilecek. Dördüncü gruba kendisi komuta edecek. Gruplar krokideki tertibi alacaklar:
Gruplar; gün iyice kararıncaya kadar, ağaçlık bir bölgede gizlenecekler, saldırı zamanına kadar gizliliğe devam edeceklerdi. Her ne bahasına olursa olsun, varlıklarını düşmana sezdirmeyeceklerdi. Düşman ordugâhına hiç bir insanın dışarıdan girmesine izin verilmeyecek, düşman ordugâhından çıkan olursa, derhal yakalanacak, geriye ordugâhlarına dönmelerine imkân verilmeyecekti. Gruplar birbirleriyle aralıksız bağlantı kuracaklar, hep birlikte saldırıya geçeceklerdi.
Gururlarından hiç bir emniyete dahi Lüzum görmeyen, içki içen, raks eden, eğlenceden başka bir şey düşünmeyen bu sarhoş kitlesine, amansız saldırılacak, kısa sürede zafer kazanılacaktı.
SALDIRI ŞU ŞEKİLDE YAPILACAKTIR:
Hacı İLBEY 3 numaralı grupla beraber bulunacak, saldırı işareti bu grupta yakılacak büyük bir ateş yığınıyla bildirilecek, bunu gören gruplar aynı zamanda yer yer hazırladıkları odun yığınlarını tutuşturarak saldırıya geçecekler. Saldırı başlar başlamaz, her taraftan kösler, davullar, nakkareler ve mehteran vaveylaya başlayacak, bu gürültülü ve ALLAH ALLAH sesleri arasında saldırı devam edecek. Hedef ordugâhın merkezi olacak. Gruplarla; kuzeyden, kuzey batıdan, güney batıdan ve batıdan olmak üzere 4 yönden saldırılacak. Saldırıya sabaha karşı fecre bir kaç saat kala başlanacaktı.
Düşmanın silahlanmasına zaman ve meydan verilmeyecek. Kılıçtan geçirilecek, imha edileceklerdi. İşaret ve parola ALLAH ALLAH sedaları olacak. Düşman ordugâhında karışıklık ve panik çıktığı görülünce, her grup kendi geldiği yönde biraz gerileyecek, başıboş düşman yığınlarına durmadan ok yağdırılacaktı. Düşmanın bulunduğu ordugâhın yalnız Meriç nehri yönü (doğusu) açık bırakılacak, diğer yönler tamamen kapatılmış olacak, bu yönlere doğru gelenler olursa işleri bitirilecekti. Hacı İLBEYİN bu harekât planı çok mükemmel bir şekilde hazırlanmıştı.
BASKININ YAPILIŞI:
Her şeyden habersiz, kendi âlemindeki düşmanın sarhoş askerleri, çoktan sızmış, derin uykularında belki de zafer rüyaları görüyorlardı. O günün açılmasına iki saat kala, Hacı İLBEY kuvvetleri plan gereği hep birlikte ordugâh yakınlarından, büyük ateş yığınlarının korkunç aydınlığı içinde 4 yönden ve birden bire, mehterlerin kopardığı vaveyla arasında "ALLAH ALLAH" sesleri ile düşman içine daldılar. Haçlılar, şarabın ve çeşitli içkilerin tesiriyle, bitkin ve sızmış derin uyku halinde iken ne olduğunu anlayamadan bu baskın başladı...
Silahlarına sarılmayı atlarına binmeyi bırak, ayağa bile kalkamayan, yerlerde sürünen ve ansızın baskına uğrayanların feryatları arasında ne yapacaklarını bilemeyen bu mağrur sarhoş sürüsü yenilgiyi kısa sürede hak etmişti. Ordugâhlarında daha birbirlerini iyi tanımadan bu hale düşmeleri onlar için çok elimdi. Birbirlerinin dillerini bilmeyen ayrı ırktan olan bu insan seli, Osmanlı padişah ordusunun saldırısına uğradıklarını sanarak ·birbirlerine girmişlerdi. Osmanlı zannıyla birbirlerini öldürüyorlardı. Çaresizlik içinde Meriç nehri yönünden kaçanlar, can havliyle çoğu boğulmuştu.
Osmanlı kuvvetlerinin baskın saldırıları sabaha kadar sürdü.
Ortalık aydınlanmaya başladığı zaman şurada burada şaşkın, ne yapacağını bilmez düşman kuvvetleri de yok edildiler. Düşman ordugâhı her şeyi ile Hacı İLBEY kuvvetlerinin eline geçti. Bu baskında Hacı İLBEYin kuvvetlerinin kayıpları, düşmana göre hiç denecek kadar azdı. Düşman kuvvetlerinin çoğu kılıçtan geçirilmiş imha edilmişti. Bu badireden yalnızca başkomutanları Macar kralı V. LAYOŞ ile Ulah hâkimi MİRÇE büyük bir şans eseri sağ olarak kurtulabilmişti. Bosna, Sırp ve Bulgar kralları, birçok prens ölüler arasında kalmışlardı.
İşte Osmanlı Türklerinin Macarlarla çarpıştığı ilk savaş böyle başlamış ve anlatıldığı gibi bitmişti.
Hacı İlbey baskını; bütün Avrupanın kolunu kanadını kırmış, onlarda moral bırakmamış, Osmanlılar ise 25 yıl rahat ve huzur içinde yaşamalarını ve bir manada gelişmelerini sağlamıştır. Hacı İlbeyin, bu savaş tipi, karakteristik bir süvari baskını idi. Böyle çok iyi planlanmış bir baskın ile kendisinden kat kat üstün bir düşman ordusunun yok edilmesi ve böyle kati bir sonuç alınması, dün ya harp tarihinde ender rastlanacak bir olaydır.
Böyle bir baskını hazırlama ve yapmak cüreti ancak; pişmiş, vuruşmada ustalaşmış, savaş alanında doğmuş ve zaferlerle büyümüş bir Türk komutanına; Hacı İLBEYe ait olabilirdi.
Osmanlı kuvvetlerinin baskın saldırıları sabaha kadar sürdü.
Ortalık aydınlanmağa başladığı zaman şurada burada şaşkın, ne yapacağını bilmez düşman kuvvetleri de yok edildiler. Düşman ordugâhı her şeyi ile Hacı İl Bey kuvvetlerinin eline geçti. Bu baskında Hacı il Beyin kuvvetlerinin kayıpları, düşmana göre hiç denecek kadar azdı. Düşman kuvvetlerinin çoğu kılıçtan geçirilmiş, imha edilmişti. Bu badireden yalnızca başkomutanları Macar Kralı V. LAYOŞ ile Ulah hâkimi MİRÇE büyük şans eseri sağ olarak kurtarılabilmişti. Bosna, Sırp ve Bulgar Kralları, birçok prens ölüler arasında kalmışlardı.
İşte Osmanlı Türklerinin Macarlarla çarpıştığı ilk savaş böyle başlamış ve anlatıldığı gibi bitmişti. | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Çırağan Sarayı Yangını!. Salı Ekim 29, 2013 5:54 pm | |
| Rumeli Fatihi Süleyman Şah Rumeli Fatihi Süleyman Şah
1331'de babası Orhan Gazi'ye vezir olan Şehzade Süleyman, idari işlerden ziyade askeri işlerle vazifelendirilmiştir. Zaten fıtratı icabı cihangir ruhlu olan Şehzade Süleyman, maiyyetindeki kahramanlarla zaferden zafere at koşturmuş ve filiz halindeki devletin sınırlarını ikinci bir kıtaya, Avrupa'ya taşırmıştır... Osman Gazi'nin temelini attığı devletin sınırları gittikçe genişlemekteydi. Ve fetihlerin hedefi Anadolu'daki Bizans topraklarıydı... İznik ve İzmit'in fethinden sonra Osmanlı Süvarileri, İstanbul Boğazı'nın Asya taraflarında at koşturmaya başlamışlardı. Devletin bekası ve ihtişamının ziyadesi için mutlaka Rumeli tarafları ele geçirilmeliydi...
Bizans'ta taht kavgaları!.. Bizanslılar arasındaki taht kavgası Rumeli fethine imkan hazırladı... Kızı Teodora'yı Orhan Gazi'ye veren Bizans Kralı VI. Yoannis Kantakuzinos'la V. Yoannis Paleoloğos arasındaki kavgada, Kantakuzinos'un yardım istemesi üzerine Orhan Gazi, Süleyman Paşa kumandasında asker göndererek kayınpederinin imdadına yetişmişti. Süleyman Paşa 1349'da yirmi bin kişilik bir kuvvetle Bizanslıların düşmanı Sırpların eline düşmek üzere olan Selanik'i kurtardı. Yine Şehzade Süleyman, Rumeli topraklarında at koşturmaya devam ederek, 1352'de Dimetoka Meydan Muharebesinde Sırp ve Bulgar ordusunu perişan etmiştir... Süleyman Paşa, 1354 başlarında Rumeli'yi tamamen bir İslam Beldesi yapmaya karar vermişti. Bu maksatla önce Gelibolu'yu fethetti. Bunu diğer fetihler takip etti. Birkaç yıl içerisinde Gelibolu Yarımadası'nda ve Trakya'da büyük topraklar, Osmanlı Devleti Sınırlarına dahil edilmiştir. Şehzade Süleyman fethedilen topraklara Anadolu'dan getirttiği Müslüman ahaliyi yerleştirmiştir... Rumeli'nin fethedilişiyle Osmanlı Tarihinde yeni bir devre başlamıştır. Artık İslam askerleri, Asya'nın yanı sıra Avrupa kıtasında da at koşturmaya başlamıştır...
Dönüm noktası... Rumeli'nin fethi yalnız Osmanlı tarihinde değil, Bizans tarihinde de bir dönüm noktasıdır. Etrafı Osmanlılarla çevrilmiş Bizans, günbegün çöküşünü seyretmekten başka birşey yapamaz hale gelmiştir... Şanlı devlete Rumeli topraklarını armağan eden Şehzade Süleyman, 1359'da 43 yaşında iken vefat etmiş ve fethettiği Bolayır'a defnedilmiştir. Bu kısa ömre bu kadar hizmet kaç insana nasip olmuştur? Ruhuna Fatiha...
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Çırağan Sarayı Yangını!. Salı Ekim 29, 2013 6:01 pm | |
| Dünya çapında bir şair: Fuzûlî Şiir dalında meydana getirdiği eserlerin dünya klasikleri arasında mümtaz bir yeri olan Fuzûlînin şiir sanatına kabiliyeti henüz çocukluk yıllarında belli olmuştur. O çok küçük yaştan itibaren diz çöktüğü ilim ve irfan rahle-i tedrisinden aldığı geniş malumatı, ruhundaki İlâhî aşkla yoğurup, sanat potasına dökerek mükemmel bir şekil halinde nesillere cömertçe armağan etmesini bilmiştir. Bu yolda gösterdiği gayret ve Hak âşıklığındaki ihlasıdır ki Onu unutulmayanlar listesine kaydettirmiştir...
Kerbelâda dünyaya geldi Fuzûlînin doğum tarihi hakkında kesin bir rakam söylenememekle birlikte 1480de Kerbelâda dünyaya gelmiştir. Babası Süleyman Efendi, Hille Müftülüğü yapmıştır... Asıl adı Mehmed olan Fuzûlî ilk tahsilini babasının eğitim halkasında yapmıştır. Daha sonra çevrenin meşhur âlimlerinden de dersler almıştır. Kayınpederi Hoca Rahmetullah da ders aldığı âlimler arasındadır... Kısa zamanda ilim, irfan vadisinde hayli mesafe olan Fuzûlî şiire olan kabiliyetiyle, tahsil ettiği ilimleri edebiyatın bu zorlu dalında işlemeye başladığında, devrinin bütün mühim ilimlerini kazanmış hüviyete sahip bulunmaktaydı... Ana lisanı Türkçeden başka Arapça ve Farsça lisanını da elde etmiş ve lisan bilgisini mükemmel eserler verebilecek derecede ileri seviyeye ulaştırmıştır... Fuzûlînin verdiği eserlerle şöhreti Irak ve İrandan taşarak Osmanlı topraklarına kadar yayılmıştır. Kanûnî Sultan Süleymanın 1534te Bağdatı fethetmesi üzerine, bu şanlı padişaha her biri parlak eser olan 5 ayrı kaside takdim etmiş, bu cihangir Osmanlı padişahını methederek fethini alkışlamıştır.
Kanunînin yakın ilgisi Geldi burc-ı evliyaya Pâdişâh-ı nâmdâr diyen Fuzulî, Kasîde-i der tavsîf-i Bağdad ve medhi Sultan Süleyman eserinin bu mısrayla aynı zamanda Bağdadın fethi olan H. 941 senesine tarih düşürmüştür. Bağdadın fethinden sonra Osmanlı tâbiyetine giren Fuzûlîye Kanunî Sultan Süleyman yakın ilgi göstermiş ve maddî bakımdan oldukça fakir olan şaire vakıf gelirlerinden günde 9 akçalık bir tahsilat bağlatmıştır.
| |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Çırağan Sarayı Yangını!. Salı Ekim 29, 2013 6:04 pm | |
| Kahramanlık sembolü Nene Hatun
93 Harbinin en çetin safhalarının cereyan ettiği günlerdeyiz... Doğu Beyazıttan Batuma kadar uzanan 340 kilometrelik cephe boyunca ordumuz, Müşir Katırcıoğlu Ahmed Muhtar Paşanın kumandası altında düşmanla amansız bir mücadeleye girişmiştir. Moskof ordularının hedefi Erzurumdur! Burası alınırsa doğu Anadolunun bütünüyle ele geçirileceğine inanmaktadırlar. Bunun için Ermenilerin iş birliği ve kılavuzluğunda 9 Kasım 1877de Aziziye Tabyasına, saldırıp nöbetçileri şehit ederler. Durum anlaşılınca tabyada boğaz boğaza bir muharebe başlar...
Dadaşları kim tutar!.. Düşmanın siperlerimize hücum edip, tabyalarımıza girdiği haberi, Erzurumda bomba gibi patlar. Müezzinler minarelerden durumu haber vererek, herkesi cihada davet ederler. Dadaşlar kadın, erkek ellerine ne geçirirlerse Aziziye Tabyasına koşarlar!.. Haberi duyan ve o tarihte henüz yirmi yaşlarında olan Nene Hatun kundaktaki kız çocuğunu ve biraz büyükçe oğlunu Sizleri Allaha ısmarladım yavrularım diyerek bağrına basıp öptükten sonra eline bir satır alarak cepheye koşmuştur. Nene Hatunun evinde başkaca kimse yoktur. Cepheden ağır yaralı gelen kardeşi Hasan bir gün önce şehit olmuştur. Kocası ise cephede düşmanla çarpışmaktadır... Aziziye Tabyasına ulaşan Nene Hatun bacılarıyla, kardeşleriyle birlikte düşmanın üzerine atılır... Haberi duyar duymaz koşuşan Erzurumlular cansiperane vuruşmaktadırlar. Nene Hatunun elindeki et satırı düşman askerlerinin kafalarına yıldırım gibi inmektedir. Bir yandan da vurun gardaşlarım, vurun bacılarım, düşmana aman vermeyin diye haykıran Nene Hatunun bu kahramanlığını gören Erzurumlular coşmuştur. Neticede Aziziye tabyasındaki düşman bütünüyle imha edilmiş ve tabya düşmandan geri alınmıştır...
Engin tevazu sahibi... Nene Hatun; Türk kadınının kahramanlığına bir örnektir, sembol isimdir... O hayatı boyunca bu hâdiseden fazlaca bahsetmemiş, bahsi geldiğinde, Biz ne yaptık ki, bizim yaptığımız ne ki yavrularım... diyerek Anadolu insanının engin tevazuunu nur yüzüne peçe yapmıştır... O, ne yapmışsa vatan için, din için yapmıştır... 1857de Erzurumda doğan Nene Hatun 22 Mayıs 1955te Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Nur içinde yat Nenem... | |
| | | samanyolu Admin
Mesaj Sayısı : 29261 Yaş : 57 Nerden : İstanbul İş/Hobiler : yazar Lakap : yazar Kayıt tarihi : 12/04/08
| Konu: Geri: Çırağan Sarayı Yangını!. Salı Ekim 29, 2013 6:12 pm | |
| Felçli hat üstadı Yesâri EfendiSanatlar arasında mümtaz bir yere sahip olan Hat sanatı Osmanlı hattatlarının elinde kemâlin zirvesine çıkmıştır. Osmanlı Devleti bünyesinde yetişen sayısız hattatlar görenleri hayran bırakan nefis eserler bırakmışlardır. Bu hattatlar arasında öne çıkmış, bu sanatın zirvesine ulaşmış yıldız şahsiyetler kendilerinden sonra gelen hattatlara rehber olmuşlardır. Hattat Mehmed Esad Yesâri Efendi de bunlardan birisidir...
Talîk yazıda da... Osmanlı sanatkârları belli başlı hat nevileri olan; Kûfî, Muhakkak, Reyhanı, Nesih, Celî, Sülüs, Tevkî, Raika, Divanî, Siyâkat, Gubâr, Tuğra, Menşur, Zülfü Arûs, Hilâli, Muinî, Şikeste, Müselselde en mükemmel şekli bulmuş ve icra etmişlerdir. Yalnız Esad Yesârî Efendiye gelinceye kadar talîk yazıda İran hat sanatkârları önde bulunmaktaydı. Yesârî Efendi, talik yazıya da en mükemmel şekli kazandırmış ve hat sanatının bu nevinde de en mükemmel eserleri Osmanlı sanatkârlarının verebileceğini isbatlamıştır... Yesârî Efendi dünyaya geldiğinde vücudunun sağ tarafı felçli ve sol tarafı titrekti. Fakat O, bu durumun çalışmaya, meslek edinmeye ve meslekte uzman olmaya mâni teşkil etmeyeceğini gösterircesine çalıştı. Küçük yaşta hattatlığa merak sarmıştı. Sağ elini kullanamadığından sol eliyle yazıyordu. Bu yüzden kendisine Yesârî denildi. Şeyhülislâm Veliyüddin Efendi, Mehmed Esad Efendinin vücutça hastalıklı olmasına rağmen hat sanatında kemâle erişi ve bu derece maharetine nisbeten gösterdiği tevazu karşısında; Cenab-ı Hak, bu zatı bizim enf-i istihbarımızı (kibirlenen burnumuzu, kibirliliğimizi) kırmak için göndermiştir demekten kendini alamamıştır.
Evi âdeta bir mektepti Yesari Efendi, Enderunı Hümâyuna hat muallimi olarak tayin edilmiştir. Sultan 3. Selimin de takdirini kazanmıştır. Mehmed Esad Efendi tevazuu yanında sanatını öğretmekte de gayet cömertti. Sanatının zekatını, sadakasını, hatta bu sahadaki bütün varlığını cömertçe taliplilere dağıtıyordu. Evi âdeta bir mektep haline gelmişti... Bu büyük hat üstadı, 19 Aralık 1798de İstanbulda vefat ettiğinde geride pek çok levhalar, kitabeler bırakmıştı. Ruhu şâd olsun. | |
| | | | Çırağan Sarayı Yangını!. | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|